"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi
1. Taraflar arasındaki “Tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, ... İş Mahkemesinin davanın reddine ilişkin kararına yönelik davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne ilişkin ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince verilen karar davalı ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin 21.09.2005-30.09.2014 tarihleri arasında 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu 4/1-a maddesi kapsamında çalışması nedeniyle 1479 sayılı Kanun’a tabi sigortalılığı ve prim borcu bulunmadığını ileri sürerek faiz hakkı saklı kalmak kaydıyla 01.11.2014 tarihi itibariyle müvekkiline yaşlılık aylığı bağlanması gerektiğinin tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı ... (Kurum/SGK) vekili cevap dilekçesinde; davacının tahsis talep tarihinde 1479 sayılı Kanun kapsamında prim borcu bulunduğundan yaşlılık aylığına hak kazanamadığını, Kurum işleminin hukuka aykırı olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin Kararı:
6. ... İş Mahkemesinin 11.04.2017 tarihli ve 2015/28 E., 2017/101 K. sayılı kararı ile; ticarî faaliyette esas olanın vergi kayıtları değil ticaret sicil kayıtları olduğu ve Ticaret Sicil Müdürlüğünce gönderilen belgelerden davacının limited şirket ortaklığının devam ettiği bu nedenle 05.02.2014 tarihine kadar şirket ortaklığından kaynaklanan 1479 sayılı Kanun kapsamında prim borcu bulunduğu, Kuruma yaptığı başvurusunun "Bağ-Kur ve sigorta günlerim çakışmaktadır çakışan Bağ-Kur primlerimin iptali ve borcumdan silinmesini talep ediyorum" şeklinde olduğu ve hizmet birleştirme talebinin bulunmadığı, yapılandırmaya ilişkin borçlarını ise ödemediği, hizmet birleştirmesi yapılabilmesinin ön şartının prim borcunun bulunmaması olduğu, ayrıca davacının baskın çalışmasının 1479 sayılı Kanun kapsamında gerçekleştiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesinin Kararı:
7. ... İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı davacı vekili tarafından süresi içinde istinaf yoluna başvurulmuştur.
8. ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin 01.03.2018 tarihli ve 2017/1696 E., 2018/461 K. sayılı kararı ile; 5510 sayılı Kanun’un 53., geçici 17. ve geçici 63. maddeleri ile 1479 sayılı Kanun’un 24., 25. ve ek 19. maddelerine yer verildikten sonra 15.06.1964 doğum tarihli davacının, 5510 sayılı Kanun’un geçici 36. maddesi kapsamında 11.04.1980-23.04.1982 tarihleri arasında 733 günlük borçlanması, 22.03.1985-05.10.1994 tarihleri arasında 3435 gün ve 03.09.1998-30.09.1998 (Ek 19 terk) tarihleri arasında 28 gün 1479 sayılı Kanun kapsamında; 21.09.2005-30.09.2014 tarihleri arasında 2002 gün 506 sayılı Kanun (5510 sayılı Kanun 4/1-a maddesi) kapsamında olmak üzere 5465 gün primi ödenmiş sigortalılığının mevcut olduğu ayrıca 03.09.1998-14.02.2014 tarihleri arasında kuruluştan sonra tescili bulunmayan ... Ltd. Şti’ndeki ortaklığı nedeniyle 30.09.1998-14.02.2014 tarihleri arasında primi ödenmemiş 1479 sayılı Kanun’a (5510 sayılı Kanun’un 4/1-b maddesi) tabi sigortalılığının bulunduğu, 01.10.2014 tarihli yaşlılık aylığı tahsis talebinin prim borcu olması nedeniyle reddedildiği, içeriğine yer verilen Kanun hükümleri gereğince daha önce ödediği primlerin tam olarak karşıladığı ayın sonu olan 30.09.1998 tarihi itibarıyla 1479 sayılı Kanun kapsamındaki sigortalılığının durdurulması gereken davacının primi ödenmemiş olan davaya konu dönemde 1479 sayılı Kanun (5510 sayılı Kanun’un 4/1-b maddesi) kapsamında sigortalı ve dolayısıyla prim borçlusu kabul edilmesinin mümkün olmadığı bu itibarla yaşlılık aylığı tahsisi talebinde bulunduğu 01.10.2014 tarihi itibariyle 506 sayılı Kanunun geçici 81/B-e maddesinde belirtilen 25 yıl sigortalılık süresi, 5225 gün prim ödeme gün sayısı ve 48 yaşını doldurma koşullarının tümünün gerçekleştiği ve 01.11.2014 tarihinden itibaren yaşlılık aylığına hak kazandığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne, davacının 1479 sayılı Kanun/5510 sayılı Kanu’un 4-b maddesi kapsamında prim borcu ve prim borcu çıkarılan döneme ilişkin sigortalılığının olmadığının 5510 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesi yollaması ile 506 sayılı Kanun’un geçici 81/B-e maddesine göre davacıya 01.11.2014 tarihinden itibaren yaşlılık aylığı bağlanması gerektiğinin tespitine, faize ilişkin hakların saklı tutulmasına karar verilmiştir.
Özel Dairenin Bozma Kararı:
9. ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.
10. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 26.02.2019 tarihli ve 2018/4755 E., 2019/1648 K. sayılı kararı ile; “...V-İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE ESASIN İNCELEMESİ
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddesinin (2). fıkrasında, “hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir”, hükmü öngörülmüştür. Hükümlerin çelişkiden uzak ve infaza elverişli olması kamu düzeniyle ilgili olup, hükmü temyiz etmeyen yönünden sonuç doğurması gerekeceği de gözetilerek, gerçeğe ve hukuka uygun bir karar verilmesi gerekir.
Eldeki davada ise, Bölge Adliye Mahkemesince davacı hakkında uygulanması gereken yasal dayanak maddeleri yerinde olarak tespit edilmiş ise de, yaşlılık aylığı tahsisi istemi bakımından yapılan değerlendirmede 01.11.2014 tarihi itibari ile davacının tahsise esas sigortalılık dönem ve sürelerinin gerekçede ve karar yerinde gösterilmesi ile infaza elverişli şekilde bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar tesisi isabetsiz görülmüştür.
O hâlde, davalı Kurum avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun kabulüne ilişkin kararı bozulmalıdır…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin 06.11.2019 tarihli ve 2019/1830 E., 2019/1386 K. sayılı kararı ile; kararın gerekçe bölümünde bozma konusu yapılan "yaşlılık aylığı tahsisi istemi bakımından yapılan değerlendirmede 01.11.2014 tarihi itibari ile davacının tahsise esas sigortalılık dönem ve sürelerinin" açıkça kaleme alınarak karar yerinde gösterildiği, sabit görülen maddi olaylar ile bunlardan çıkan hukukî sebeplerin ortaya konulduğu ve kararın bütün mahkeme kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3. maddesi ile ona koşut bir düzenleme içeren Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 359. maddelerinde açıklanan hususlara uygun gerekçe içerdiği belirtilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda 01.11.2014 tarihi itibari ile davacının yaşlılık aylığı tahsisine esas sigortalılık dönem ve sürelerinin gerekçede ve karar yerinde gösterilerek 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) m. 297 ve 359. maddeleri kapsamında infaza elverişli hüküm kurulup kurulmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ve kavramlar üzerinde kısaca durulmasında fayda bulunmaktadır.
15. Bilindiği üzere 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren HMK’nın 297. maddesi bir mahkeme hükmünün neleri kapsaması gerektiğini açıklamıştır. Buna göre;
“(1) Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini,
b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini,
c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri,
ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini,
d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını,
e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi,
(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir".
16. Anılan düzenlemeye göre bir mahkeme kararında, tarafların iddia ve savunmalarının özetlerinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukukî sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekli olup bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür.
17. Kararın açık ve gerekçeli olması hukukî dinlenilme hakkının sağlanması açısından önemlidir. Tarafların ileri sürdüğü iddia ve savunmalar ve bunların dayandıkları deliller, kararda tartışılıp gerekçeleri açıklandığı ölçüde karar, hukukî dinlenilme hakkına uygun bir karar olacaktır. İddia ve savunmaların kararda tartışılması, gösterilen delillerin incelenmesi, neden bir kısmının diğerine üstün tutulduğunun belirtilmesi ancak gerekçeyle mümkün olacaktır.
18. Gerekçe sayesinde kararların doğru olup olmadığı denetlenebilir. Gerekçesiz bir kararın üst mahkeme tarafından denetlenmesi de mümkün değildir. Gerekçe, doyurucu olmalı, kararın neden, nasıl, hangi hukukî gerekçeyle ve hangi deliller değerlendirilmek suretiyle verildiği hususlarını içermelidir. Bu hususları içermeyen kararların gerekçeli olduğundan bahsedilemez.
19. Hâkim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları tatmin etmez (Kuru, Baki/ Arslan, Ramazan/ Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 472).
20. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın (Anayasa) 141. maddesinin 3. fıkrasında, "Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli yazılır" hükmü bulunmaktadır. Bu hüküm ile gerekçenin önemi Anayasa düzeyinde vurgulanmış olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
21. Kanunun aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
22. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
23. Öte yandan 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanun (5235 sayılı Kanun) ile kabul edilen istinaf, 20 Temmuz 2016 tarihinde faaliyete başlayan Bölge Adliye Mahkemeleri ile birlikte hukuk sistemimize dâhil olmuştur.
24. İstinaf bir kanun yolu olmakla birlikte temyiz kanun yolundan farklı olarak ilk derece mahkemesi kararının denetlenmesi yanında aynı zamanda gerektiğinde yeni bir yargılama yapılması ve hüküm mahkemesi gibi karar verilmesi söz konusudur.
25. İlk derecedeki tahkikatın amacı, uyuşmazlıkla ilgili tarafların delillerini toplayıp değerlendirdikten sonra uyuşmazlığı çözüp karar bağlamak iken temyiz incelemesinin amacı denetimdir. İstinafta ise hem ilk derece mahkemesinin gerçekleştirdiği tahkikat denetlenir, hem de gerekirse yeniden inceleme yapılarak karar verilir.
26. Bölge adliye mahkemesince yapılacak istinaf incelemesi sonucunda ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu kanaatine varılması hâlinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilecektir (HMK m. 353/b-1).
27. Duruşma yapılmasına gerek olmayan, HMK’nın 353. maddesinin (a) fıkrasının 1 ila 6. bentleri arasında düzenlenen usulî hataların bulunduğu durumlarda bölge adliye mahkemesi ilk derece mahkemesinin kararını kaldırıp dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verir.
28. Bölge adliye mahkemesi istinaf başvurusunda ileri sürülen sebeplerin doğru olduğuna kanaat getirirse bu durumda ilk derece mahkemesi kararını kaldırarak yeniden esas hakkında hüküm kurmak suretiyle ilk derece mahkemesince dava reddedilmiş ise, red kararını kaldırarak davanın kısmen ya da tamamen kabulüne; dava kabul edildiği hâlde reddi gerekmekte ise kabul ya da kısmen kabul kararını kaldırarak red kararı verir. Ayrıca yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında karar verecektir.
29. İstinaf incelemesi sonunda kararın nasıl verileceği Kanun’da ayrıntılı bir şekilde belirtilmemiş, sadece 359. maddede kararın neleri içereceği düzenlenmiştir. Bu durumda 360. maddenin atfı sebebiyle ilk derece mahkemesindeki karar aşaması istinafta da geçerli olacaktır. Buna göre 294. madde çerçevesinde, bölge adliye mahkemesi iddia ve savunmaları dinledikten sonra yargılamanın bittiğini bildirerek kararını tefhim eder ve karar tefhimi, en az hüküm sonucunun tutanağa geçirilerek okunması suretiyle olur. Sadece hüküm sonucunun tefhimi hâlinde gerekçeli karar bir ay içinde yazılmalıdır m.294/4 (Özekes, Muhammet: Pekcanıtez Usûl, Cilt III, 15. Bası, İstanbul 2017, s. 2264).
30. Bölge adliye mahkemesi kararının hangi hususları içermesi gerektiği ise HMK’nın 359. maddesinde düzenlenmiş olup buna göre kararda; kararı veren bölge adliye mahkemesi hukuk dairesi ile başkan, üyeler ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları, sicil numaraları; tarafların ve davaya ilk derece mahkemesinde müdahil olarak katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri; tarafların iddia ve savunmalarının özeti; ilk derece mahkemesi kararının özeti; ileri sürülen istinaf sebepleri; taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan veya olmayan hususlarla bunlara ilişkin delillerin tartışması, ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukukî sebep; hüküm sonucu ile varsa kanun yolu ve süresi; kararın verildiği tarih, başkan ve üyeler ile zabıt kâtibinin imzaları ile gerekçeli kararın yazıldığı tarihin yer alması gerekmektedir. 359. maddenin devam eden fıkralarında ise; hükmün sonuç kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerektiği; başvurunun esastan reddi kararında, ileri sürülen istinaf sebeplerinin özetlenmesi ve ret sebeplerinin açıklanması kaydıyla kararın hukuk kurallarına uygunluk gerekçesinin gösterilmesi ile yetinilebileceği hükme bağlanmıştır
31. Somut olayda; davacının 31.10.2014 tarihli tahsis talebinin prim borcunun bulunduğu gerekçesiyle değerlendirmeye alınmaması üzerine 21.09.2005-30.09.2014 tarihleri arasında 1479 sayılı Kanun (5510 sayılı Kanun 4/1-b maddesi) kapsamında sigortalı olmadığının ve bu döneme ilişkin prim borcu bulunmadığının tespiti ile 01.11.2014 tarihi itibariyle yaşlılık aylığı bağlanması istemiyle eldeki davanın açıldığı, davanın ilk derece mahkemesince reddi sonrası davacının istinaf başvurusu üzerine Bölge Adliye Mahkemesince kararın gerekçe kısmında 5510 sayılı Kanun’un 53., geçici 17. ve 63. maddeleri ile 1479 sayılı Kanun’un 24., 25. ve ek 19. maddelerindeki düzenlemelere yer verilip açıklamalar yapıldıktan sonra 15.06.1964 doğum tarihli davacının, 5510 sayılı Kanun’un geçici 36. maddesi kapsamında 11.04.1980-23.04.1982 tarihleri arasını kapsayan 733 günlük borçlanması, 22.03.1985-05.10.1994 tarihleri arasında 3435 gün ve 03.09.1998-30.09.1998 (Ek 19 terk) tarihleri arasında 28 gün 1479 sayılı Kanun kapsamında; 21.09.2005-30.09.2014 tarihleri arasında 2002 gün 506 sayılı Kanun (5510 sayılı Kanun 4/1-a maddesi) kapsamında olmak üzere 5465 gün primi ödenmiş sigortalılığının mevcut olduğu, yukarıda içeriğine yer verilen yasal düzenlemeler gereğince daha önce ödediği primlerin tam olarak karşıladığı ayın sonu olan 30.09.1998 tarihi itibarıyla 1479 sayılı Kanun kapsamındaki sigortalılığının durdurulması gereken davacının primi ödenmemiş olan davaya konu dönemde 1479 sayılı Kanun (5510 sayılı Kanun’un 4/1-b maddesi) kapsamında sigortalı dolayısıyla prim borçlusu kabul edilmesinin mümkün olmayacağı, 01.10.2014 tarihi itibariyle 506 sayılı Kanun’un geçici 81/B-e maddesinde belirtilen 25 yıl sigortalılık süresi, 5225 gün prim gün sayısı ve 48 yaşını doldurma koşullarının tümünün yerine getirildiği belirtilerek yaşlılık aylığı tahsis şartları değerlendirilmiş ve hüküm sonucunda da davacının, 1479 sayılı Kanun/5510 sayılı Kanun’un 4-b maddesi kapsamında prim borcu ve prim borcu çıkarılan döneme ilişkin sigortalılığının olmadığının; 5510 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesi yollaması ile 506 sayılı Kanun’un geçici 81/B-e maddesine göre davacıya 01.11.2014 tarihinden itibaren yaşlılık aylığı bağlanması gerektiğinin tespitine, faize ilişkin hakların saklı tutulmasına karar verilmiştir.
32. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Bölge Adliye Mahkemesince davacının sigortalılık süreleri gerekçe bölümünde gösterilmek suretiyle prim borcu çıkarılan döneme ilişkin sigortalılığının olmadığı da belirtilerek yaşlılık aylığı tahsis şartlarının değerlendirildiği ve hüküm kısmında ise prim borcu çıkarılan döneme ilişkin sigortalılığının olmadığı ve yaşlılık aylığına dayanak Kanun maddesi de gösterilmek suretiyle hüküm kurulduğu anlaşılmakla bozma kararının yerinde olmadığı, direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu sonucuna varılmıştır.
33. Ne var ki bozma nedenine göre Özel Dairece davalı Kurum vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazları incelenmediğinden bu yönde inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
IV. SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
Direnme uygun bulunduğundan davalı ... vekilinin easas ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 25.10.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.