Logo

1. Hukuk Dairesi2022/5860 E. 2023/5397 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Kadastro öncesi mülkiyete dayalı tapu iptali ve tescil davasında, kadastro tutanağında yetkili memur tarafından yazılan hatalı kesinleşme tarihinin mi yoksa gerçek kesinleşme tarihinin mi hak düşürücü sürenin başlangıcı olarak kabul edileceği.

Gerekçe ve Sonuç: 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesindeki on yıllık hak düşürücü sürenin, kadastro tutanağının gerçek kesinleşme tarihinden itibaren işleyeceği, yetkili memurun tutanakta hatalı tarih belirtmesinin davacı lehine bir hak doğurmayacağı gözetilerek yerel mahkeme kararının onanmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi

SAYISI : 2022/654 E., 2022/958 K.

HÜKÜM/KARAR : Ret / Esastan Ret

İLK DERECE MAHKEMESİ :... Asliye Hukuk Mahkemesi

SAYISI : 2018/168 E., 2020/5 K.

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.

Kararın davacılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacılar, dava konusu ... ili,... ilçesi, ... köyü, 120 ada 167, 168, 169 ve 170 parsel sayılı taşınmazların kendilerine ait olduğu halde kadastro çalışmaları sırasında davalılar adına tespit ve tescil edildiğini, ancak 30 yılı aşkın süredir kendileri ve ailelerinin tasarrufu altında bulunduğunu, davalılar ya da üçüncü kişilerin hiçbir hakkı olmadığını ileri sürerek tapu kayıtlarının iptali ile adlarına tesciline karar verilmesini istemişlerdir.

II. CEVAP

Bir kısım davalılar, davanın reddini savunmuş, diğer davalılar savunma getirmemişlerdir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile, kadastro tespit tutanaklarının 28.05.2008 ile 27.06.2008 tarihleri arasında 30 gün süre ile askı ilanına çıkarıldığı ve 28.06.2008 tarihinde kesinleştiği, 10 yıllık hak düşürücü sürenin 28.06.2008 tarihinde başladığı ve 28.06.2018 günü son bulduğu, davanın 02.07.2018 tarihinde 10 yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra açıldığı gerekçesiyle hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B.İstinaf Sebepleri

Davacılar vekili istinaf dilekçesinde özetle; kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, dava konusu taşınmazların kadastro tutanaklarının kesinleşme tarihlerinin 01.07.2008 olduğunu, 01.07.2018 tarihi hafta sonuna denk geldiğinden davanın 02.07.2018'de açıldığını, kadastro tutanaklarının kesinleşme tarihi hususunda hataya düşüldüğünü bildirerek ve önceki beyanlarını tekrarla İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasını talep etmiştir.

C. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile, 3402 sayılı Kanun'un 11 inci maddesinde ilan süresinin 30 gün olarak düzenlendiği, HMK'nun 92/1 inci maddesi (HUMK m. 161/1) uyarınca gün olarak belirlenen sürelerde tebliğ veya tefhim edildiği günün hesaba katılmayacağı, buna göre kanunen belirlenen 30 günlük askı ilan tarihinin 28.05.2008 ilâ 27.06.2008 tarihleri olduğu, tutanakların 27.06.2008 Cuma günü mesai saati itibariyle dolduğu ve 28.06.2008 tarihi itibariyle kadastro tesbitlerinin kesinleştiği, hak düşürücü sürenin son gününün 28.06.2018 günü olduğu, davanın ise 02.07.2018 tarihinde açıldığı, kanunen belirlenen süreleri hiçbir makam veya mercinin değiştiremeyeceği, 3402 sayılı Kanunu'nun 12/3 üncü maddesi uyarınca on yıllık hak düşürücü sürenin dolduğu, verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 6100 sayılı HMK’nin 353/1-b-1inci maddesi uyarınca davacıların istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

A.Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacılar vekili temyiz dilekçesinde özetle; istinaf dilekçesindeki itiraz nedenlerini yineleyip kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Gerekçe

1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Uyuşmazlık, kadastro öncesi nedene dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

2. İlgili Hukuk

3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3 üncü maddesi,

3. Değerlendirme

1. Dava konusu taşınmazların kadastro tespit tutanaklarının 28.06.2008 tarihinde kesinleştiği, davanın ise 02.07.2018 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.

2. Bölge adliye mahkemelerinin nihai kararlarının bozulması 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.

3. Temyizen incelenen karar, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerekçelere göre usul ve kanuna uygun olup davacılar vekilince temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

VI. KARAR:

Açıklanan sebeplerle;

Davacılar vekilinin temyiz itirazının reddi ile Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı Kanun'un 370 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca ONANMASINA,

Aşağıda yazılı 189,15 TL bakiye onama harcının temyiz eden davacılardan alınmasına,

Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

11.10.2023 tarihinde kesin olmak üzere oy çocukluğuyla karar verildi.

(Muhalif)

(Muhalif)

- KARŞI OY -

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasında yapılan yargılama sonucunda davacının davasını, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen 10 yıllık süre içerisinde açmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı tarafça istinaf kanun yoluna başvurulmuş ve Bölge Adliye Mahkemesince (BAM) istinaf başvurusunun esastan reddine hükmedilmiştir. Davacı kadastro tutanağında kesinleşme tarihinin 1/7/2008 olarak belirtildiği, bu durumda dava açmanın son gününün 1/7/2018 tarihi olduğu, ancak anılan tarihin hafta sonuna denk gelmesi nedeniyle sürenin 2/7/2018 tarihine uzayacağını ve anılan tarihte dava açtıkları için davada hak düşürücü sürenin geçmediğinden bahisle temyiz talebinde bulunmuştur.

BAM’ın;

3402 sayılı Kanun’un 11. maddesi uyarınca ilan süresinin 30 gün olarak düzenlendiği, buna göre kanunen belirlenen 30 günlük askı ilan tarihinin 28/5/2008 ila 27/6/2008 tarihleri arasında olduğu ve bu sürenin 27/6/2008 Cuma günü mesai saati itibariyle dolduğu, 28/6/2008 tarihi itibariyle kadastro tespitinin kesinleştiği, on yıllık hak düşürücü sürenin son gününün 28/6/2018 Perşembe günü olduğu, davanın ise 2/7/2018 tarihinde açıldığı, kanunen belirlenen süreleri hiçbir makam ve merci tarafından değiştirilemeyeceği belirtilmek suretiyle davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddedilmesinin hukuka uygun olduğuna ilişkin gerekçesi,

Dairemizin Sayın Çoğunluğunca da benimsenerek onama kararı verilmiştir.

Sayın Çoğunlukça aramızda oluşan uyuşmazlık, kadastro tutanağında yetkili memurca fiilen belirtilen kesinleşme (1/7/2008) tarihinin mi yoksa kesinleşmenin doğru olarak yapılması gereken (28/6/2008) tarihin mi esas alınacağı, buradan hareketle hak düşürücü sürenin hangi tarihte başlaması gerektiği ve hak düşürücü sürenin dolup dolmadığı noktasında toplanmaktadır. Kanaatimizce aşağıda belirtilen nedenlerle Devletin yetkili memuru tarafından fiili olarak tutanakta belirtilen ve dava açma süresini kısaltmayan 1/7/2008 tarihinin esas alınması ve buna göre davanın hak düşürücü sürenin dolduğu gerekçesiyle reddedilmemesi gerekmektedir:

Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devletinin en önemli unsurlarından birisi hukuki güvenlik ilkesi olup devletin her türlü işlem ve eyleminde kişilerin hukuki güvenliğini sağlaması gerekir.

Anayasa’nın 36. maddesinde “Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” denilmek suretiyle hak arama özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri de mahkemeye erişim hakkıdır. “Mahkemeye erişim hakkı, hukuki bir uyuşmazlığın bu konuda karar verme yetkisine sahip bir mahkeme önüne götürülmesi hakkını da kapsar. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir. Kişilere yargı mercileri önünde dava hakkının tanınması hak arama özgürlüğünün ön koşulunu oluşturur” (AYM, E.2018/99, K.2021/14, 3/3/2021, § 21). Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 28/4/2023 tarihli ve E. 2021/5, K. 2023/2 sayılı kararında da açıkça ifade edildiği üzere “Davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye mahkemeye erişim imkanının tanınması gerekir (YİBBGK, s. 23-24).

Öte yandan Anayasa’nın 40. maddesinin birinci fıkrasında “Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.” denilmek suretiyle etkili başvuru hakkı güvence alktına alınmış, anılan maddenin ikinci fıkrasında ise “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” hükmüne yer verilmiştir. Bu hükmü yorumlayan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunca da devlet makamlarının ilgililere başvurabilecek kanun yollarını, başvuru mercilerini ve sürelerini sadece göstermelerinin yeterli olmayacağı, aynı zamanda bunları doğru olarak göstermelerinin anayasal bir zorunluluk olduğu vurgulanmıştır (YİBBGK, E. 2021/5, K. 2023/2, 28/4/2023, s. 25).

Belirtmek gerekir ki Anayasa’da güvence altına alınan hakların geniş bunlara getirilen sınırlamaların dar yorumlanması en önemli yorum ilkelerindendir. Diğer taraftan usul kurallarının mahkemeye erişim hakkını kısıtlayacak şekilde katı uygulanmaması gerekir(YİBBGK, E. 2021/5, K. 2023/2, 28/4/2023, s. 25).

Somut olaya bu ilkeler ışığında bakıldığında davacı taraf kadastro tutanağında yetkili memurca belirtilen kesinleşme tarihi esas alındığında davasını süresinde açmıştır. Ancak İlk Derece Mahkemesince (İDM) ve BAM tarafından yetkili memurun kesinleşme tarihini yanlış yazdığı, aslında kesinleşmenin 1/7/2008 tarihi olarak değil 28/6/2008 olarak belirlenmesi gerektiği, bu tarih esas alındığında davacı tarafın dava açma süresini kaçırdığından bahisle davanın reddine karar verilmiştir.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun yukarıda anılan kararında da belirtildiği üzere yetkili makamların kişilere hangi kanun mercilerine hangi sürede başvurabileceklerini bildirmeleri yeterli olmayıp bu süreleri doğru olarak bildirmeleri de gerekir. Bu çerçevede kadastro tespitinin hangi tarihte kesinleşteğinin de ilgililere doğru olarak bildirilmesi anayasal bir zorunluluktur. Yetkili memurun bu hususta dava açma süresini kısaltmayan yanlış bir tarih göstermesi, davacının da bu resmi tutanaktaki tarihe güvenerek davasını açması halinde burada artık resmi yetkilinin tutanakta belirttiği tarihin esas alınması gerekir.

Aksi kabul öncelikle hukuk devletinin en önemli unsurlarından olan hukuki güvenlik ilkesini ihlal edecektir. Zira anılan ilke uyarınca devletin öngörülebilir bir hukuk sistemi kurması, bireylerin her türlü işlem ve eylemlerinde devlete güven duyması, devletin de yine her türlü işlem ve eyleminde bu güveni zedelemekten kaçınması gerekir. Dolayısıyla burada devletin resmi görevlisinin Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca doğru göstermesi gerektiği tarihe güvenerek dava açan davacının bu güveninin korunması gerekir.

Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin geniş, buna getirilen sınırlamaların dar yorumlanması gereğine ilişkin yorum ilkesi ile usul kurallarının mahkemeye erişim hakkını kısıtlayacak şekilde katı uygulanmaması yönündeki Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun içtihadı (bkz. YİBBGK, E. 2021/5, K. 2023/2, 28/4/2023, s. 25) dikkate alındığında da burada davacının mahkemeye erişim hakkının bulunduğunu, buna getirilen süre sınırlamasının dar yorumlanarak davanın tutanakta belirtilen tarih esas alınarak süresinde açıldığının kabul edilmesi gerekir.

Nitekim İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 28/4/2023 tarihli kararında da bu konuyla mahiyeti itibariyle benzer olan uyuşmazlıkta mahkemelerce kanun yolu süresinin hatalı gösterilmesi halinde hatalı gösterilen kanun yolu süresi içinde yapılan başvuruların incelenmesi gerektiğine hükmedilmiştir. Söz konusu karar somut uyuşmazlık yönünden de emsal nitelikte olup, anılan karardaki ilkeler gözetildiğinde de davanın süresinde olduğunun kabul edilmesi gerekir.

Açıklanan nedenlerle davanın hak düşürücü süre içerisinde açıldığının kabulüyle BAM kararının kaldırılarak İDM kararının bozulmasına karar verilmesi gerekirken hak düşürücü süre nedeniyle verilen ret kararanın onanması biçimindeki Sayın Çoğunluk kararına iştirak edemiyoruz.