"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasında Mahkemesinde görülen tapu iptali ve terkin davasında verilen karar hakkında yapılan temyiz incelemesi sonucunda, Yargıtay 1. Hukuk Dairesince Mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemece bozmaya uyularak yeniden yapılan yargılama sonucunda; davanın reddine ilişkin kararın Yargıtay 8. Hukuk Dairesince bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemece bozmaya uyularak yeniden yapılan yargılama sonucunda; davanın kabulüne karar verilmiştir.
Mahkeme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/138 D. ... sayılı dosyası ile tapuda davalı ... Belediyesi adına kayıtlı 1949 parsel sayılı taşınmazın 550.48 m2'lik kısmının kıyı kenar çizgisi içinde kaldığının tespit edildiğini ileri sürerek davalı adına kayıtlı parselin tapu kaydının kısmen iptali ile tespit dışı bırakılmasını talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; dalganın sahile vurduğu yer ile asfalt arasında geniş bir alan bulunduğunu, dava konusu parselin kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı iddiasının doğru olmadığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.
III. MAHKEME KARARI
Mahkemenin 23.03.2005 tarih ve 2004/256 Esas, 2005/96 Karar sayılı kararıyla; fen bilirkişi ve jeoloji mühendisi bilirkişi raporları ile dava konusu taşınmazın 550.48 m2'lik kısmının kıyı kenar çizgisi içinde kaldığının tespit edildiği, kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan taşınmazların Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğu ve özel mülkiyete konu olamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne, 550.48 m2'lik kısmın tapu kaydının iptali ile tescil dışı bırakılmasına karar verilmiştir.
IV. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1.Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde, davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 15.09.2005 tarihli ve 2005/8642 Esas, 2005/9674 Karar sayılı ilamında; "Bilindiği üzere, son kez yürürlüğe giren 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun "kıyı kenar çizgisini" belirleme yöntemine ilişkin 5 ve 9. maddeleri, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı kapsamı dışında bırakılmış; anılan kanun maddesinin uygulanmasına yorum getiren ve görülmekte olan davalarda dikkate alınması zorunlu bulunan 28.11.1997 gün ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında (YİBK) "kural olarak, mülkiyet hukuku yönünden kıyı kenar çizgisi belirlenmesi görevinin adli yargıya ait olduğuna; ancak 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun 9. maddesi uyarınca idare tarafından kıyı kenar çizgisi belirlenmiş ve yazılı bildirime rağmen yasal süresinde idari yargıya başvurulmaması nedeniyle yargı yolunun kapanmış olması veya idare tarafından verilip kesinleşmiş karar bulunması durumlarında, bunlara uygun şekilde kıyı kenar çizgisinin adli yargı tarafından saptanması gerektiğine" işaret edilmiştir.
(...) öncelikle idare tarafından 3621 sayılı Kanunun 9. maddesi hükmüne göre "kıyı kenar çizgisi" haritasının düzenlenip düzenlenmediği araştırılmalı, ondan sonra üç jeologdan oluşturulacak uzman bilirkişi kurulu ve Tapu...aracılığıyla yerinde keşif yapılmalı; harita düzenlendiğinin ve yukarıda değinilen İçtihadı Birleştirme Kararı'nda belirtildiği şekilde işlem gördüğünün, böylece davanın taraflarını bağlayan bir içerik kazandığının anlaşılması durumunda "kıyı kenar çizgisi" idarenin düzenlendiği haritaya değer verilerek saptanmalıdır. Harita düzenlenmediğinin ya da düzenlenip de 5/3 sayılı ... yazılı olduğu gibi bizzat bildirim yapılmadığının veya ilanen bildirime karşın, idari yargıya başvurulmadığının ortaya çıkması halinde ise, kıyı kenar çizgisi, bilimsel verilerden ve düzenlenmiş olmakla birlikte bağlayıcılık niteliğini kazanamamış haritadan yararlanılarak belli edilmeli belirlenen çizgi Tapu...sıfatını taşıyan uzman bilirkişinin krokisine infazda kuşkuya yer bırakmayacak biçimde yansıtılmalı ve sonucuna göre bir hüküm kurulması" gerekçesiyle bozulmuştur.
B. Mahkemesince Bozmaya Uyularak Verilen Karar
Mahkemenin 11.05.2009 tarih ve 2006/80 Esas, 2009/168 Karar sayılı kararıyla, Kadastro Kanunu'nun 12. maddesinin 3. fıkrasına 5841 sayılı Kanun ile getirilen değişikliğin 25.02.2009 tarihinde yürürlüğe girdiği, somut olayda kadastro tespitinin kesinleştiği tarihten itibaren 10 yılı aşkın sürenin geçtiği bu nedenle davanın hakdüşürücü sürenin dolması nedeniyle reddine karar verilmiştir.
C. İkinci Bozma Kararı
1.Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde, davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi'nin 23.01.2020 tarih ve 2016/11191 Esas, 2020/594 Karar sayılı ilamında; "14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 25.02.2009 tarihli 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un 2.maddesi ile 3402 sayılı Kanun'un 12.maddesinin 3.fıkrasına eklenen cümlede: “Bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın“ ve 3.maddesi ile aynı Kanuna eklenen Geçici 10.maddesinde ise; “Bu Kanun'un 12.maddesinin 3. fıkrası hükmü devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.” şeklindedir.
(...)Ne var ki, yerel mahkemenin bozma üzerine verdiği kararın temyizi aşamasında Anayasa Mahkemesinin 12.05.2011 tarihli ve 2009/31 Esas, 2011/77 Karar sayılı kararıyla; “25.02.2009 tarihli ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2. maddesiyle 21.06.1987 günlü 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin ve 3.maddesiyle 3402 sayılı Yasaya eklenen Geçici 10. maddenin Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline” karar verilmiş ve bu iptal kararı 23.07.2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 33. maddesinde yer alan “Hakim, ... hukukunu resen uygular” hükmü ile ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Öyle ise, kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 sayılı Yasa hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün, verildiği tarih itibariyle doğru olduğu düşünülse ve ayrıca Anayasa'nın 153. maddesine göre iptal kararı geriye yürümez ise de 10.03.1969 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptal, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemez ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına girer. Bu durumda davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesinin anılan iptal kararından sonra doğru olduğu söylenemez. Zira, kamu düzeninin söz konusu olduğu bütün haller istisnanın kapsamına girer.
Hal böyle olunca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanması zorunlu olup, kamu malları ile ilgili davalar aynı zamanda kamu düzeni ilkesini de içermektedirler. Bu nedenle mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak, inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır." gerekçesiyle işin esasına girilmesi için bozulmasına karar verilmiştir.
D. Karar Düzeltme
Davalı vekilinin karar düzeltme talebi, Yargıtay 8. Hukuk Dairesi'nin 12.10.2020 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
E. Bozma Kararı Üzerine İkinci Mahkeme Kararı
Mahkemenin, yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile 2 jeoloji mühendisi, 1 jeofizik mühendisi ve 1 fen bilirkişisi heyeti ile yapılan keşif sonrası sunulan bilirkişi heyeti raporu ile dava konusu parselin 524,96 m2'lik kısmının kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı anlaşıldığından, bu kısmın TMK. m. 999 uyarınca tapu kaydının iptali ile kıyı olarak terkinine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davalı vekili temyiz dilekçesinde özetle, TMK'nın 705/2 hükmü uyarınca tapu iptali ve tescil istemli davalarda davanın kesinleşmesi ile mülkiyet hakkı sona ereceğinden bu tarih itibariyle tapu kaydı iptal edilen gerçek ve tüzel kişilerin zararının oluşacağını, TMK. m. 1007 uyarınca tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devletin sorumlu olduğunu, sonuç olarak tapu iptali ve tescil davalarından sonra mülkiyetin yitirilmesinden dolayı zarara uğrayan tarafça TMK. m. 1007 uyarınca tazminat davası açılabileceğinden, mülkiyetin kaybedildiği tarih itibariyle de taşınmazların değerlerinin tespit edilmesi gerektiğini, tazminat haklarını saklı tuttuklarını, tazminat hakkı doğrultusunda bilirkişi raporuna yaptıkları itirazın kabul edilmediğini, taşınmazın değerinin dava tarihi itibariyle değil, kararın kesinleştiği tarih itibariyle yapılması gerektiğini ileri sürerek, Mahkeme kararının bozulmasını talep etmiştir.
C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, 3621 sayılı Kıyı Kenar Kanunu uyarınca açılan tapu iptali ve terkin istemine ilişkindir.
2. İlgili Hukuk
1.T.C. Anayasası'nın ''Kıyılardan Yararlanma'' başlıklı 43. maddesinde; ''Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir. Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartları kanunla düzenlenir.''
2. 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun 5. maddesinde; ''Kıyılar ile ilgili genel esaslar aşağıda belirtilmiştir: Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır, Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir. Kıyıda ve sahil şeridinde planlama ve uygulama yapılabilmesi için kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunludur. Kıyı kenar çizgisinin tespit edilmediği bölgelerde talep vukuunda, talep tarihini takip eden üç ay içinde kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunludur. Sahil şeritlerinde yapılacak yapılar kıyı kenar çizgisine en fazla 50 metre yaklaşabilir. Yaklaşma mesafesi ve kıyı kenar çizgisi arasında kalan alanlar, ancak yaya yolu, gezinti, dinlenme, seyir ve rekreaktif amaçla kullanılmak üzere düzenlenebilir. Sahil şeritlerinin derinliği, 4. maddede belirtilen mesafeden az olmamak üzere, sahil şeridindeki ve sahil şeridi gerisindeki kullanımlar ve doğal eşikler de dikkate alınarak belirlenir. Taşıt yolları, sahil şeridinin kara yönünde ... yaklaşma sınırı gerisinde kalan alanda düzenlenebilir. Sahil şeridinde yapılacak yapıların kullanım amacına bağlı olarak yapım koşulları yönetmelikte belirlenir.'' hükmüne yer verilmiştir.
3. 28.11.1997 tarihli ve 1996/5 E., 1997/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; mülkiyet hukuku yönünden kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi görevinin adli yargıya ait olduğu; ancak, 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun 9. maddesi uyarınca idare tarafından kıyı kenar çizgisi belirlenmiş ve yazılı bildirime rağmen yasal süresinde idari yargıya başvurulmaması nedeniyle yargı yolunun kapanmış olması veya idari yargı tarafından verilip kesinleşmiş karar bulunması durumlarında, bunlara uygun şekilde kıyı kenar çizgisinin adli yargı tarafından saptanması gerektiğine işaret edilmiştir.
Düzenlemeleri mevcuttur.
3. Değerlendirme
1. Temyiz olunan nihai kararların bozulması, 6100 sayılı HMK'nın geçici 3/2 maddesinin yollamasıyla, 1086 sayılı HUMK uygulanacağı davalar yönünden HUMK'un 428. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı halinde mümkündür.
2. Temyizen incelenen Mahkeme kararının bozmaya uygun olduğu, kararda ve kararın gerekçesinde hukuk kurallarının somut olaya uygulanmasında bir isabetsizlik bulunmadığı, bozmaya uyulmakla karşı taraf yararına kazanılmış hak durumunu oluşturan yönlerin ise yeniden incelenmesine hukukça imkân bulunmadığı anlaşılmakla; temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
VI. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna ve bozma kararının gerekçelerine uygun olan kararın ONANMASINA,
Aşağıda yazılı 99,20 TL bakiye onama harcının temyiz edenden alınmasına,
Dosyanın Mahkemesine gönderilmesine,
Kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
22.05.2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.