"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasındaki alacak davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı şirket; davalı müdürlükçe açılan yakıt ikmal ihalesini kazandığını, bu kapsamda sözleşme gereğini yerine getirererek idareye yakıt teslim ettiğini, sözleşme devam ederken edimin ifasına fesat karıştırma ve sahte fatura kullanma iddiaları ile hakkında soruşturma başlatılması üzerine davalı Müdürlük nezdinde bulunan hakedişlerinin ödenmediğini, haksız şekilde teminat mektubunun kuruma irat kaydedildiğini, ayrıca benzer iddialardan kaynaklanan bir başka hukuki uyuşmazlık nedeniyle ... ile aralarında devam eden davada mahkemece tedbir kararı verilmesi üzerine davalı müdürlük nezdinde bulunan 133.879 TL alacağın da ödenmediğini, tedbir kararının kaldırılması sonrası ödemenin gerçekleştirildiğini ancak asıl muacceliyet tarihi olan 01.05.2009 tarihi ile ödemenin yapıldığı 07.03.2013 tarihi arasında geçen dönem bakımından faiz zararının oluştuğunu iddia ederek; aralarındaki akaryakıt alım sözleşmesi nedeniyle alacaklı olduğu, 131.459 TL yakıt bedeli ile 110.000 TL teminat mektubu bedeli toplam 241.459 TL'nin faizi ile birlikte davalı müdürlükten, tedbir kararı nedeniyle geç ödenen 133.887 TL bakımından ise, 01.05.2009 ile 07.03.2013 arası dönemde işleyen avans faizinin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiştir.
Davalı Bakanlık, tedbir kararının uygulanması nedeniyle kendisine kusur isnat edilemeyeceğini, faiz talep edilemeyeceğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
Davalı müdürlük; davacı şirketin yetkilisi hakkında sahte özel evrak kullanımı isnadıyla ceza davası açıldığını, teslim edilen yakıtların menşei şüpheli olduğundan ödeme yapılmadığını ve bu durumun davacı şirketin dilekçelerinde de ikrar edildiğini, depolarındaki yakıtı peyderpey dağıtıcı firmanın faturalarıyla teslim ettiğini ancak dağıtıcı ile yapılan görüşmelerde faturaların dağıtıcı firma tarafından tanzim edilmediğinin anlaşıldığını, aralarındaki sözleşmenin 50. maddesi uyarınca firmanın şartnamedeki vasıfları taşımadığının yahut faturaların gerçek dışı olduğunun anlaşılması halinde sözleşmenin bildirimsiz olarak feshedilip kesin teminatın gelir kaydedileceğinin düzenlendiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece; davanın kabulüne dair verilen karar, davalı müdürlüğün temyizi üzerine, Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 05.06.2018 tarihli ve 2018/1948 E 2018/6620 K sayılı ilamıyla; tedbir kararının kaldırılmasına dair mahkeme kararının 11.09.2012 tarihinde temyiz incelemesi neticesinde onandığı ve bunun üzerine davalı müdürlükçe tedbir kararına konu olduğu için daha önce ödenmeyen tutarın ödendiği, bu halde bir yargı organınca verilmiş karar hilafına hareket etmesi düşünülemeyecek olan davalı müdürlüğün mahkeme gerekçesinde sadece “haklı bir gerekçeye dayanmadığı...” ifadesine yer verilen eylemi nedeniyle hangi hukuki ilişki nedeniyle sorumlu tutulduğunun gerekirse bilirkişi raporu ile de sorumluluk miktarı belirlenerek ve değilse de sonucuna göre karar verilmesi gerektiğinden bahisle davalının sair temyiz itirazları incelenmeksizin bozulmuştur.
Bozmaya uyan mahkemece; bir yargı organınca verilmiş karar hilafına hareket etmesi düşünülemeyecek olan davalı müdürlüğün haksız ihtiyati tedbir nedeniyle sorumluğunun bulunduğu ve 6100 Sayılı HMK'nın 399. maddesi uyarınca haksız ihtiyati tedbir nedeniyle tazminat talep edilmesinin koşullarının oluştuğu gerekçesiyle; davanın kısmen kabulü ile 241.459 TL'nin 01.05.2009 tarihinden itibaren işleyecek ticari avans faizi ile birlikte davalı ... Bakanlığından (Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğü) alınarak davacıya verilmesine, 62.470,20 TL'nin 10.000 TL'sine dava tarihinden, 52.470,20 TL'sine ise ıslah tarihi olan 17/06/2015 tarihinden itibaren işletilecek ticari avans faizi ile birlikte davalılardan müşterek ve müteselsilen tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiş; karar, taraflarca temyiz edilmiştir.
1)Bir mahkeme hükmünde, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmesi gereklidir. Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hakimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hakim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuk sebepleri) kendiliğinden (re’sen) araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.
Hakim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını, ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz (Kuru, Baki/ Arslan, Ramazan/ Yılmaz, Ejder; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış, 22 Baskı, Ankara 2011, s.472). Anayasa’nın 141. maddesi gereğince bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
Kanunun aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir. Zira, tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
Nitekim, 07.06.1976 tarihli ve 3/4-3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yeralan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir.” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye, vurgu yapılmıştır.
Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa'nın 141/3.maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK'nın 297. maddesi, işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir. Yine HMK'nın 27. maddesinin 2. bendinin “c” bölümünde de hukuki dinlenilme hakkının “Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini” de içerdiği açıklanarak bu husus vurgulanmıştır.
Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür. Ayrıca gerekçe içerisinde ve gerekçe ile hüküm arasında sonuca etkili uygunsuzluklar da bulunmamalıdır.
Somut olayda; davacı ödenmemiş sözleşme alacağı ile irat kaydedilen teminat mektubu bedelinin tahsili ve tedbir kararı nedeniyle geç ödenen alacak yönünden gecikmeye bağlı zararın tazminine ilişkin faiz alacağı talebinde bulunmuştur. Davalı Müdürlük, sözleşmenin haklı nedenle feshedildiği; davalı Bakanlık ise, yine zarardan sorumlu olmadığı savunmasında bulunmuştur. Mahkemece davacının alacak ve teminat mektubu bedeli talebi yönünden gerekçe oluşturulmamış, bozmaya uyulmasına rağmen bozma ilamı doğrultusunda bir gerekçelendirme yapılması gerekirken, bunun yerine bozma ilamı tekrar edildikten sonra, yargı organı kararı hilafına hareket edemeyeceği belirtilmesine rağmen gerekçeyle çelişecek şekilde ancak davalı müdürlük tedbir kararından kaynaklı faiz zararından sorumlu tutulmuştur.
Hal böyle olunca mahkemece; tarafların iddia ve savunmaları ile dayandıkları deliller yukarıda açıklanan ilkelere uygun şekilde değerlendirilerek her bir talep bakımından açık ve anlaşılır şekilde bozma ilamına da uygun ve denetime elverişli gerekçe oluşturularak karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
Kabule göre de, faiz hesaplamasının hatalı yapılması ve faize faiz işletilmiş olması doğru değildir.
2)Bozma nedenine göre, tarafların sair temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK'nın 428. maddesi gereğince taraflar yararına BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenlerle tarafların sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 6100 sayılı HMK'nın geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK'nın 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 20/12/2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.