Logo

5. Hukuk Dairesi2022/16307 E. 2023/5444 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Tapu kaydına orman şerhi konulan taşınmaz nedeniyle uğranılan zararın, tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan Devletin sorumlu tutulmasını öngören 4721 sayılı TMK'nın 1007. maddesi uyarınca tazmin edilip edilemeyeceği.

Gerekçe ve Sonuç: Davacıların, tapu kaydına orman şerhi konulduktan *sonra* taşınmazı satın almış olmaları nedeniyle, tapu sicil kaydındaki şerhe rağmen taşınmazı devralmaları sebebiyle iyi niyetli ve dürüst davrandıklarından söz edilemeyeceği ve bu nedenle zarar ile tapu işlemleri arasında nedensellik bağı bulunmadığı gözetilerek yerel mahkemenin tazminat isteminin kabulüne ilişkin kararının bozulmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

İNCELENEN KARARIN

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki, mülkiyeti davacılara ait taşınmazın kesinleşen orman tahdit sınırları içinde kalması nedeniyle tapusunun iptali ve uğranılan zararın 4721 sayılı TMK'nın 1007. maddesi uyarınca tazmini zararın 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 1007 nci maddesi uyarınca tazmini davasında yapılan yargılama sonunda, İlk Derece Mahkemesince birleştirilen davada ... yönünden pasif husumet yokluğundan davanın reddine, hazine yönünden davanın kabulüne karar verilmiştir.

İlk Derece Mahkemesi kararı davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

1.Davacı ... vekili dava dilekçesinde özetle; ... ili, ... ilçesi, ... köyü 776 parsel sayılı taşınmazı satın aldığın da, tapuda hiçbir sınırlayıcı kaydın bulunmadığını, taşınmazı aralıksız olarak ve halen kullandıklarını, taşınmazın tapu kaydına orman şerhi konulduğunu, bu durumu taşınmazı satmak için gittiklerinde öğrendiklerini, güven duyduğu tapu kaydının kesinleşmiş orman tahdidi sınırları içerisinde kalması nedeniyle maddi olarak ciddi bir zarara uğradığını belirterek orman şerhinin kaldırılmasını, olmadığı takdirde tapulu taşınmazın orman olarak sınırlandırılması nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesi uyarınca tazminini talep etmiştir.

2.birleştirilen 2015/10 esas sayılı davada davacı ... vekili dava dilekçesinde özetle; dava konusu 746 nolu parsel sayılı kayıtlı taşınmazın müvekkillerine ait olmasına rağmen tapulu taşınmazın orman olarak sınırlandırılması nedeni ile şimdilik 10.000,00 TL maddi tazminatın faizi ile tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

3. birleştirilen 2015/347 esas sayılı davada davacı ... vekili dava dilekçesinde özetle; dava konusu taşınmazın yapılan 6831 sayılı yasa gereği yapılan 2/B uygulamasında tamamının devlet ormanı içerisinde kaldığının tespit edildiğini belirterek taşınmazın orman vasfı ile hazine adına tescilini, dava dosyasının ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/505 Esas sayılı dosya ile birleştirilmesini talep ve dava etmiştir.

II. CEVAP

1.Davalı ... idaresi vekili cevap dilekçesinde; davanın 6831 sayılı yasada belirtilen süre içerisinde açılmadığını, taşınmazın eylemli orman haline dönüşmüş olduğunu belirterek davanın reddini talep etmiştir.

2.Davalı hazine vekili de bu şerhin konulmasında müvekkil idarenin bir tasarrufu olmadığı gibi kaldırılmasında da tasarruf yetkisi söz konusu olmayacağından davanın öncelikle husumet yönünden reddi talebinde bulunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile birleştirilen 2015/10 esas sayılı davada davalı ... idaresi yönünden pasif husumet yokluğundan davanın reddine, asıl ve birleştirilen davanın davalı hazine yönünden kabulü ile, 194.190,80 TL'nin 103.163,86 TL'sinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı hazineden alınarak davacı ...'e verilmesine, 91.026,94 TL'sinin ise birleştirilen 2015/10 esas sayılı dosyanın dava tarihi olan 12/01/2015 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı hazineden alınarak davacı ...'a verilmesine, tapu kaydının iptali ile orman vasfı ile hazine adına tesciline karar verilmiştir.

C. Gerekçe ve Sonuç

Dava konusu 746 parsel sayılı taşınmaz davacılar adına kayıtlıyken 1991 yılında taşınmazın tapu kaydına orman şerhi konulduğu, yapılan keşif neticesinde alınan bilirkişi raporlarına göre de parselin tamamının devlet ormanı içinde kaldığı, bu durumda taşınmazın tapu kaydındaki orman şerhinin kaldırılmasının mümkün olmadığı, kaldı ki şerhin konulduğu tarihten beri şerhin kaldırılması yönünden on yıllık dava açma süresinin dolduğu, üzerinde şerh bulunan hukuken de orman sayılan böyle bir taşınmaza ait özel mülkiyeti gösteren tapu kaydının hiç bir hüküm ifade etmeyeceği, bu itibar ile davacıların mülkiyet hakkının tamamı ile onların dahli olmaksızın engellendiği, yapılan keşif sonrası alınan bilirkişi raporu ile davacıların maddi zararının belirlendiği, taşınmazın kuru mülkiyetinin hazineye ait olacağı, ayrıca tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan da devletin sorumlu olduğu, dolayısı ile bu zararı karşılamak ile mükellef olanın da hazine olduğu anlaşılmak ile davanın maliye hazinesi yönünden kabulüne, davalı ... idaresi yönünden husumet nedeni ile reddine, birleştirilen 2015/347 esas sayılı dosya yönünden ise taşınmazın tamamı devlet ormanı içinde kaldığından ve fiilen de orman olduğundan davanın kabulü taşınmazın davacılar adına olan tapu kaydının iptaline ve maliye hazinesi adına orman vasfı ile tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı hazine vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı vekili temyiz dilekçesinde özetle; orman idaresince dava konusu taşınmaz kesinleşmiş orman alanında kaldığından tapu kaydına 1991 yılında orman şerhi konulduğu, sorumluluğun hazineye ait olmadığını, davacılar şerhin konulduğu tarihten günümüze kadar taşınmazı kullanmaya devam ettiklerinin tazminat hesabında dikkate alınması gerektiğini, on yıllık zamanaşımı süresinin geçtiğini, davacıların bu süre içerisinde dava açmadıklarını, bedel belirlenirken şerh tarihinin esas alınması gerektiğini, davacılar yönünden sebepsiz zenginleşme olacağını, verilen kararın usul ve Kanuna aykırı olduğunu ve resen belirlenecek sebeplerle temyiz isteminde bulunmuştur.

C. Gerekçe

1. Uyuşmazlık ve Hukukî Nitelendirme

Uyuşmazlık, 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesi uyarınca tazminat istemine ilişkindir.

2. İlgili Hukuk

1.6100 sayılı Hukuk Muhakameleri Kanun’un (6100 sayılı Kanun) geçici 3 üncü maddesinin atfıyla 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun (1086 sayılı Kanun) 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun'la yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 439 uncu maddeleri.

2. 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesinin birinci fıkrası.

3. 4271 sayılı Kanun'un 1020 nci maddesi.

4. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2009 tarihli ve 2009/4 - 383 Esas, 2009/517 Karar sayılı ilâmında tapu işlemlerinin kadastro tespit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğu, tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan bu kayıtlarda yapılan hatalardan 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesi anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulünün gerektiği, Devletin sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olduğu, bu işlemler nedeniyle zarar görenlerin 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesi gereğince zararlarının tazmini için Hazine aleyhine adlî yargıda dava açabilecekleri belirtilmiştir.

3. Değerlendirme

1.Temyiz olunan nihai kararlarının bozulması 6100 sayılı Kanun'un geçici 3 üncü maddesinin atfıyla 1086 sayılı Kanun'un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun'la yapılan değişiklikten önceki 428 inci maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.

2. Dava konusu ... ili, ... ilçesi, ... köyü 776 parsel sayılı, 2.319,25 m2 yüzölçümlü bahçe niteliğindeki taşınmazın dava dışı Servet Yazıcı adına tapulama ile 30.10.1961 tarihinde tescil edildiği, davacılar tarafından 8..9.1994 tarih,1298 ve 1299 yevmiye ile satın aldıkları, tapu kaydının beyanlar hanesinde 08.07.1991 tarih ve 723 yevmiye ile 6831 sayılı yasa ile Orman sayılan yerlerden olduğundan satılamaz şerhinin konulmuş olduğu; dava konusu taşınmazın tapu kaydının halen davacılar adına yaşamakta olduğu, eldeki davanın 22.10.2014 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.

3. Davacılar dava konusu taşınmazı orman şerhi konulduktan sonra satın almıştır. Devlet tapu sicil kaydındaki şerhin tesisini sağlayarak kaydın bu hali ile değerlendirilmesi gerektiği hususunu aleniyete intikal ettirmiştir. 4721 sayılı Kanun'un 1020 nci maddesinin, "Tapu sicili herkese açıktır. İlgisini inanılır kılan herkes, tapu kütüğündeki ilgili sayfanın ve belgelerin tapu memuru önünde kendisine gösterilmesini veya bunların örneklerinin verilmesini isteyebilir. Kimse tapu sicilindeki bir kaydı bilmediğini ileri süremez." hükmü nazara alındığında tapunun beyanlar hanesine şerh işlendikten sonra bu şerhi tapuda görmesine rağmen taşınmazı devralan davacıların iyi niyetli olduğundan ve 4721 sayılı Kanun'un 2 nci maddesi uyarınca dürüst davrandığından söz edilemez. Hâl böyle olunca, davacıların tapusunun iptali sebebiyle bir zararının oluştuğu kabul edilse bile bu zararın tapu sicil kayıtlarının doğru tutulmamasından kaynaklandığı söylenemeyeceği gibi zarar ile tapu işlemleri arasında nedensellik bağının varlığından da bahsetmek mümkün olmayacağından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, kabulü yönünde karar verilmesi hatalı olduğundan kararın bozulması gerekir .

VI. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davalı Hazine vekilinin görülmeyen tüm temyiz itirazlarının kabulü ile kararın BOZULMASINA,

29.05.2023 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

(Muhalif Üye)

MUHALEFET ŞERHİ

Dava, taşınmaza orman şerhi konulması nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı TMK'nın 1007 maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir.

Mahkemece davanın kabulüne dair verilen karara karşı davalı Hazine vekili tarafından yapılan temyiz başvurusunun kabulü ile Dairenin çoğunluk görüşü doğrultusunda hükmün bozulmasına karar verilmiş ise de bu görüşe katılmamaktayım. Şöyle ki;

Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesinde, tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devletin sorumlu olacağı hükme bağlanmıştır. Devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunun, nitelik itibarıyla kusursuz sorumluluk olduğu hususu gerek doktrinde gerekse Yargıtay kararlarında kabul edilmektedir. Sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanıksız olarak tutulmuş olan kayıtlar nedeniyle doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Tapu işlemleri, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan, tapu kütüğünün oluşumu aşamalarında kadastro işlemleri ile tapu işlemlerinin bir bütün oluşturduğu kuşkusuzdur.

TMK’nın 1007. maddesinde kabul edilip sorumluluğun doğabilmesi için ilk şart, Tapu Sicil Tüzüğü'nün 7. maddesinde sayılan ana ve yardımcı sicillerin Devlet tarafından tutulması için gerekli bir eylem veya işlemin bulunmasıdır. Bildirim yükümlülükleri, sicilin tutulmasına ilişkin araçların korunması, saklanması, kayıtların yazımından önce gerekli araştırmaların yapılması, siciller ile ilgili örneklerin ilgilisine verilmesi, sicildeki bilgilerin eksik ya da yanlış ve eksik çıkartılması gibi hususlar da tapu sicilinin tutulması kavramı içine girmektedir. Devletin sorumluluğundan sözedebilmek için bu kayıtların tutulması sırasında bir hatanın mevcut olması veya gerçeğe aykırı bir sicilin tutulmuş olması gerekir.

Tapu sicilinin tutulması nedeniyle Devletin sorumlu tutulmasının ikinci şartı bir zararın oluşmuş olmasıdır. Zarar tehlikesi var olmakla birlikte henüz zarar doğmamış ve başka türlü zararın önlenmesi imkanı var ise, ayni hakkını kaybeden veya ayni hakkı sınırlandırılan kişi, tapu kaydının düzeltilmesi davası ile ya da tapu memurunun bir işlemi ile hakkına kavuşabilecekse, zararın doğduğundan söz edilemez. Zararın varlığının kesin olarak anlaşıldığı hallerde Devletin sorumluluğundan söz edilebilecektir.

Yerleşmiş Yargıtay ugulamalarında; kesinleşmiş orman sınırları ya da kesinleşmiş kıyı kenar çizgisi içinde kalan taşınmazların tapu kaydı henüz iptal edilmemiş bile olsa, zararın doğduğu kabul edilmektedir. Kesinleşmiş kıyı kenar çizgisi ya da orman tahdidi içinde kalan taşınmaz için tapu sicilinin yolsuz oluşturulduğu benimsenmektedir.

TMK. Md 1007' ye göre Devletin sorumluluğunun doğabilmesi için meydana gelen zarar ile, tapu sicilinin tutulması arasında illiyet bağının bulunması, ayrıca zarar görenin bu illiyet bağını kesecek derecede bir kusurunun bulunmaması gerekir. Eğer zarar görenin bir kusuru var ve bu kusur illiyet bağını kesecek yoğunlukta ise, Devletin sorumluluğundan söz edilemeyecektir.

Bu nedenle davacının tapu kaydındaki “orman sayılan yerlerdendir” şerhine rağmen taşınmazı satın almış olmasında davacıya bir kusur yüklenebilecek mi, davacı kötü niyetli sayılabilecek mi, davacı kötü niyetli sayılacak ise, bu kusur illiyet bağını kesecek yoğunlukta mıdır sorularının cevabı önem taşımaktadır.

Tapu sicilinin tutulmasından doğan Devletin sorumluluğu bir kusursuz sorumluluk hali olduğundan, sorumluluğun ortadan kalkması için illiyet bağının kesildiğinin kanıtlanması gerekir. Burada zararın doğduğu anın tespiti illiyet bağının kesilip kesilmemesi yönünden önem arz etmektedir. Zira davacının tapu kaydındaki “orman” şerhini görerek ve bilerek taşınmazı satın almış olmasının zararın oluşumuna katkısının bulunup bulunmaması, devletin sorumluluğunun tespiti açısından önemlidir. Bir taşınmazın orman tahdidi ya da kıyı kenar çizgisi içinde kalmış olması ve bu hususların kesinleşmesi ile birlikte talep hakkının doğduğu kabul edilmektedir. Bu sınırlar içinde kalan tapunun iptal edilmiş olması şartı aranmamaktadır. Yani zarar Devletin tapu verdiği bir taşınmazın orman sınırlarına alınmasıyla doğmuş olmaktadır. Zarar doğduktan sonra bu tür bir taşınmazı satın alan davacının zararın doğumunda bir katkısının olduğundan söz edilemez. Zira davacı taşınmazı satın almadan evvel zarar oluşmuştur. Ancak tapu iptal edilmeği için bu tür tapu devrinin önünde bir engel de bulunmamaktadır.

Önceki malikin talep hakkının bulunmadığı bir durumda yeni malik talep hakkı elde edecek olsa ve devir sırf bu amaçla yapılmış olsaydı, davacının eyleminin illiyet bağının kesilmesine neden olduğu kabul edilebilirdi. Zira burada zarar görenin bu eylemi zararın meydana gelmesinin sebebi olarak ortaya çıkmış olacaktı. Zarar görenin eyleminin zararın ortaya çıkmasının bir sebebi halini almadığı durumlarda illiyet bağının kesildiğinden söz edilemez. Çünkü zarar ve sorumluluk zaten doğmuştur.

Mülkiyet hakkı gerek Anayasa ve yasalarla iç hukuk yönünden, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile kabul edilmiş temel haklardandır. (Anayasa md. 35/1 AİHS ek protokol 1-1) Türk Medeni Kanunu'nun 683. maddesinde de bir şeye malik olan kimsenin hukuk düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi olarak belirtilmiş, malikin malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava edebileceği hüküm altına alınmıştır. Bütün bunların yanında mülkiyet hakkı kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabilir ya da tamamen kaldırılabilir. Ancak bu sınırlandırma ya da kaldırma gerçekleştirilirken T.C. Anayasa'sının 90/5. maddesi ile iç hukukun üstünde sayılan AİHS hükümleri gereğince AİHM tarafından oluşturulan 30.05.2006 tarih ve 1262/02 sayılı kararda ifade edildiği üzere "...bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin..." "...kamu yararına meşru bir amaç gütmesi gerektiği..." bu önlem alınırken "başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir denge olması gerektiği..." kişinin "...kişisel ve haddinden fazla yük taşımak zorunda kalması halinde gerekli dengenin kurulamayacağı açıktır. Bir başka ifadeyle kamu yararı mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin menfaati arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır.

Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur. Böyle bir yer özel mülkiyet kapsamından çıkarılarak kamu malı niteliğini kazanmakla birlikte, kişinin ya da kişilerin söz konusu tapuya dayalı hakkının yukarıda ifade edildiği gibi hukuki güvenlik ilkesinin sonucu olarak korunması gerektiği muhakkaktır. Aksi düşünce tarzının, devletin, verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, zamanında geçerli bir şekilde ve kayda dayalı olarak oluşturulan mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi, kamu vicdanını yaralaması yanında hukuk devleti ilkesini de zedeleyen bir tutum oluşturacaktır.

Somut olayda davacı ... sınırları içerisinde bulunan taşınmazı satın almış ve eldeki davayı açmış, mahkemece dava kabul edilmiştir. Yukarıda açıklamış olduğum nedenlerden dolayı davanın kabulü kararı yerinde olduğundan çoğunluğun bozma kararına katılmıyorum.