Logo

Ceza Genel Kurulu2023/231 E. 2024/254 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Gıyapta verilen istinaf kararının sanık müdafiine tebliğ edilmesine rağmen sanığın kendisine tebligat yapılmadan yaptığı temyiz başvurusunun süresinde olup olmadığı.

Gerekçe ve Sonuç: Ceza yargılaması neticesinde verilen kararın kural olarak hem sanığa hem de varsa müdafiine ayrı ayrı tebliğ edilmesi gerektiği, müdafiine yapılan tebligata rağmen müdafi tarafından kanun yoluna başvurulmadığı durumlarda sanığa da tebligat yapılarak kanun yolu başvuru süresinin işletilmesi gerektiği gözetilerek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı kabul edilerek Özel Daire kararının bozulmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

İTİRAZ

İtirazname No : 2022/150730

KARARI VEREN

YARGITAY DAİRESİ : 10. Ceza Dairesi

MAHKEMESİ :Ceza Dairesi

SAYISI : 793-1862

I. HUKUKÎ SÜREÇ

Teşebbüs aşamasında kalan uyuşturucu madde ihraç etme suçundan sanığın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 188/1, 35, 192/3, 62, 52/2-4, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca 11 yıl 3 ay hapis ve 75.000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, taksitlendirmeye, hak yoksunluğuna, müsadereye ve mahsuba ilişkin Hatay 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 19.11.2019 tarihli ve 181-437 sayılı hükmün, sanık müdafii tarafından istinaf edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Adana Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesince 28.12.2021 tarih ve 793-1862 sayı ile istinaf başvurusunun düzeltilerek esastan reddine karar verilmiştir.

Söz konusu hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine Adana Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesince 18.02.2022 tarihli ve 793-1862 sayılı ek karar ile süresinden sonra yapıldığı gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 296. maddesinin 1. fıkrası uyarınca temyiz isteminin reddine, bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 27.09.2022 tarih ve 10483-9598 sayı ile temyiz isteminin esastan reddine karar verilmiştir.

II. İTİRAZ SEBEPLERİ

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 29.12.2022 tarih ve 150730 sayı ile; "...Sanığın kendisine tebliğ edilmeyen karara karşı temyiz talebinde bulunduğu 31.01.2021 tarihli dilekçesinin öğrenme ile süresinde olduğu, ek kararın kaldırılarak temyiz isteminin kabulü ile dosyanın esastan incelenmesi gerektiği değerlendirilmiş ve açıklanan nedenlerle Yüksek Daire kararına karşı sanık lehine itiraz olağanüstü kanun yoluna başvurulmuştur.

Sanık hakkında kurulan mahkumiyet kararına karşı sanığın 31.01.2021-01.07.2021 tarihli temyiz dilekçelerindeki sebeplerle sınırlı olmak üzere dosyanın esastan yapılan incelenmesinde; delillerin hukuka aykırı toplandığına, hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması gerektiğine ilişkin, temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler yerinde görülmediğinden CMK'nın 302/1. maddesi gereğince ek kararın kaldırılması, esastan temyiz incelemesi yapılarak temyiz davasının esastan reddine karar verilmesi gerektiği," görüşüyle itiraz yoluna başvurmuştur.

CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 10. Ceza Dairesince 21.03.2023 tarih ve 387-2478 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

III. UYUŞMAZLIK KAPSAMI VE KONUSU

İnceleme dışı sanık ... hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan verilen beraat hükmü kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme, sanık hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; usulüne uygun tebliğe rağmen sanık müdafii tarafından süresi içinde temyiz edilmeyen Bölge Adliye Mahkemesi kararını, kendisine herhangi bir tebligat yapılmamasına rağmen 31.01.2022 tarihli dilekçesiyle temyiz eden sanığın, söz konusu bu temyiz isteminin süresinde olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.

IV. OLAY VE OLGULAR

İncelenen dosya kapsamından;

Hatay Cumhuriyet Başsavcılığının 12.04.2017 tarihli ve 1953-178 sayılı iddianamesiyle sanık hakkında uyuşturucu madde ihraç etme suçundan TCK’nın 188/1-5, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı,

Hatay 1. Ağır Ceza Mahkemesince 19.11.2019 tarih ve 181-437 sayı ile sanığın teşebbüs aşamasında kalan uyuşturucu madde ihraç etme suçundan TCK’nın 188/1, 35, 192/3, 62, 52/2-4, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca 11 yıl 3 ay hapis ve 75.000,00 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, taksitlendirmeye, müsadereye ve mahsuba karar verildiği, hükmün sanık müdafii tarafından istinaf edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Adana Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesince 28.12.2021 tarih ve 793-1862 sayı ile düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddine hükmedildiği,

Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın usulüne uygun olarak 04.01.2022 tarihinde sanık müdafiine tebliğ edildiği, ancak müdafii tarafından süresi içinde temyiz yoluna başvurulmadığı, kendisine herhangi bir tebligat yapılmayan sanığın, 31.01.2022 düzenleme ve havale tarihli dilekçesi ile söz konusu karara karşı temyiz talebinde bulunduğu, dosyayı inceleyen Adana Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesince 18.02.2022 tarihli ve 793-1862 sayılı ek karar ile süresinden sonra yapıldığı gerekçesiyle temyiz talebinin reddine karar verildiği, ek kararın sanık müdafiine 02.03.2022 tarihinde tebliğ edildiği, müdafiinin de 09.03.2022 düzenleme ve havale tarihli dilekçesiyle söz konusu kararı temyiz etmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 27.09.2022 tarih ve 10483-9598 sayı ile temyiz isteminin CMK'nın 291. maddesinin 1. fıkrasında yazılı 15 günlük süre geçirildikten sonra yapılmış olduğu gerekçesiyle temyiz talebinin reddine ilişkin verilen ek kararının onanmasına karar verildiği,

Anlaşılmaktadır.

V. GEREKÇE

A. İlgili Mevzuat ve Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Açıklamalar

Uyuşmazlık konusuyla ilgili sağlıklı bir değerlendirme yapılabilmesi için ilgili yasal düzenlemelerin tarihi süreç içindeki görünümüne değinmek gerekmektedir.

Bu bağlamda mülga 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun "Kararın tefhim ve tebliği" başlıklı 33. maddesi;

"Alakadar tarafın yüzüne karşı ittihaz edilen kararlar kendisine tefhim olunur ve isterse kararın bir sureti de verilir.

Diğer kararlar tebliğ olunur.

Alakadar olan taraf mevkuf ise tebliğ edilen varaka talebi halinde kendisine okunup anlatılır.",

"Tebligat usulleri" başlığını taşıyan 35. maddesi ise; "Hukuk muhakeme usullerinin tebligata dair olan hükümleri ceza işlerinin tebligatında dahi caridir."

Şeklinde düzenlenmiştir.

Konuya ilişkin mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 124. maddesinin ilk hâlinde de; "Vekil vasıtasile cereyan eden davalarda tebliğ behemehal vekile yapılır." hükmüne yer verilmiştir.

1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu'nda da; 7201 sayılı Tebligat Kanunu ile 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun tebligata dair hükümleri kaldırılmış ve tebligatın bu kanuna göre yapılmasının hükme bağlanmış bulunması sebebiyle CMUK'un 35. maddesinin değiştirildiği ve tebligatın bahse konu kanun hükümlerine göre yapılacağı ifade olunmuştur.

Bu doğrultuda CMUK'un 21.05.1985 tarihli ve 3206 sayılı Kanun'un 9. maddesi ile değiştirilen 35. maddesi; "Tebligat, 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılır." hükmüne yer vermiştir.

7201 sayılı Kanun'un "Vekile ve kanuni mümessile tebligat" başlıklı 11. maddesinin değişiklikten önceki hâli; "Vekil vasıtasiyle takibedilen işlerde tebligat vekile yapılır. Kanuni mümessilleri bulunanlara veya bulunması gerekenlere yapılacak tebligat kanunlara göre bizzat kendilerine yapılması icabetmedikçe bu mümessillere yapılır." olarak düzenlenmiş,

Tebligat Kanunu Lâyihası ve Muvakkat Encümen Mazbatası (1/105) Esbabı Mucîbesi'nin ilgili bölümünde ise; "...Lâyihanın 11 nci maddesinin birinci fıkrası, vekil vasıtasiyle takibedilen işlerde tebligatın vekile yapılmasını âmirdir. Ancak buradaki (vekil) tâbiri, münhasıran avukatları değil, bunlanr ve müvekkili namına işi takip salâhiyetini haiz olan kimseleri de şümulü içine almaktadır. Bu fıkranın mukabili halen, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 124 ncü maddesidir.

Maddenin ikinci fıkrası, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 120 nci maddesinin birinci cümlesinin, maksada uygun hale getirilmiş ve vuzuh verilmiş şeklidir. Bu fıkradaki (Kanuni mümessil) tâbiri, veli, vasi, kayyım gibi kimseleri ifade eder. Fıkra metninde üç ihtimal derpiş edilmiştir: 1. Tebligat kanuni mümessili bulunanların şahıslarına değil, mümessillerine yapılacaktır. 2. Kanuni mümessili olmayıp da bulunması gerekenlere, meselâ, velisi bulunmıyan bir küçüğün vasisinin olması gerektiğine göre, evvelâ usulü dairesinde kanuni mümessil tâyini cihetine gidilecek ve tebligat kanuni mümessile yapılacaktır. 3. Eğer tebligat; kanunlara göre, mümessili bulunan bizzat şahsına yapılması icabederse, meselâ, temyiz kudretini haiz küçük veya mahcurların münhasıran şahsa merbut hakların istimali mevzuu bahsolursa, tebligat mümessile değil, onun temsil ettiği kimsenin adresine çıkarılır." açıklamalarına yer verilmiştir.

15.06.1985 tarihli ve 18785 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 06.06.1985 tarihli ve 3220 sayılı 11.2.1959 Tarih ve 7201 Sayılı Tebligat Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun'un 5. maddesi ile 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesinin birinci fıkrası; "Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır." şekilde değiştirilmiş,

Değişikliğe ilişkin madde gerekçesi ise; "...Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 'Kararların tefhim ve tebliği' başlığını taşıyan 33 üncü maddesinde, ilgililerin yüzüne karşı verilen kararların tefhim olunacağı ve diğer kararların tebliğ edileceği esası kabul edilmiştir. Görülüyor ki, her hükmün ilgiliye bildirilmesi, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun ana ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Kanun koyucu bu konuda çok hassas davranmış, ilgililerin kanunî haklarını kullanabilmeleri için sanıkların karar ve hükümlerden haberdar edilmelerini öngörmüştür. Hal böyleyken, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun eski 124 üncü maddesinin mukabili olan Tebligat Kanununun 11 inci maddesinde geçen «Vekil» kavramı çoğu zaman müdafi kavramıyla aynı mahiyette telâkki edilmekte, bu sebeple ceza yargılamasında, tebligat bakımından birbirinden farklı uygulamalara ve hatalı sonuçlar doğmasına sebep olmaktadır. Bilindiği gibi, hukuk yargılamasındaki 'Vekil' ile ceza yargılamasındaki 'Müdafi' kavramları birbirinden farklıdır. Vekil, müvekkilden ayrı ve bağımsız bir statüye sahip değildir, bağımlıdır. Temsil ettiği kişinin talimatıyla hareket eder ve onun yokluğunda onun yerine geçer. Müdafi ise, sadece ceza davasında söz konusudur. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25.12.1978 gün ve 427/507 sayılı kararında da belirtildiği üzere, duruşma vekil için değil sanık için yapılmaktadır. Akıbeti de sanığın özgürlüğü veya malî durumu ile kısacası şahsı ile ilgili bulunmaktadır. Bu itibarla, ceza davalarında kararların sanıklara tebliğ edilmesine gerek görmemek, müdafiine yapılan tebliği geçerli saymak adalet ilkeleriyle bağdaştırılamıyacak bir durumdur. İşte, yukarıda belirtilen görüşlerin ışığı altında uygulamaya açıklık getirmek için 11 inci maddenin birinci fıkrası yeniden düzenlenmiş ve ... Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmesine ilişkin hükümleri saklı tutulmuştur." olarak açıklanmıştır.

CMK'nın "Kararların Açıklanması ve Tebliği" başlıklı 35. maddesi;

"(1) İlgili tarafın yüzüne karşı verilen karar kendisine açıklanır ve isterse kararın bir örneği de verilir.

(2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.

(3) İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır.",

"Tebligat usulleri" başlığını taşıyan 37. maddesi ise; "(1) Tebligat, bu Kanunda belirtilen özel hükümler saklı kalmak koşuluyla, ilgili kanunda belirtilen hükümlere göre yapılır. ..."

Biçiminde düzenlenmiştir.

Gerek yukarıda yer verilen yasal düzenlemeler gerek bu düzenlemelerin tarihi süreç içinde geçirdiği değişiklikler ve gerekse anılan kanunların madde gerekçeleri birlikte değerlendirildiğinde şu sonuçlara ulaşılabilir:

1. Hem CMUK'da hem de CMK'da kararların tebliği usulüne dair doğrudan bir düzenlemeye yer verilmemiş ve fakat bu hususta önce hukuk muhakeme usullerinin tebligata dair olan hükümlerine, bilahare de 7201 sayılı Kanun hükümlerine atıf yapılmakla yetinilmiştir.

2. 7201 sayılı Kanun yürürlüğe girene dek 1086 sayılı Kanun'un tebligata dair 124. maddesi gereğince "vekil vasıtasile cereyan eden davalarda tebliğ behemehal vekile" yapılmıştır.

3. 19.02.1959 tarihli ve 10139 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7201 sayılı Kanun'un 62. maddesi ile 1086 sayılı Kanun'un 81. maddesinin ikinci fıkrası ile 10. faslının birinci kısmı yürürlükten kaldırılmıştır.

4. 7201 sayılı Kanun'un meriyet kazandığı 19.02.1959 tarihinden, anılan Kanun'un 11. maddesini de değiştiren 3220 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 15.06.1985 tarihine (CMUK'un 35. maddesini değiştiren 3206 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 21.05.1985 tarihi itibarıyla) kadar da 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesinin ilk hâli gereğince "vekil vasıtasiyle takibedilen işlerde tebligat vekile" yapılmıştır.

5. Böylece;

a. 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesini de değiştiren 3220 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 15.06.1985 tarihinden itibaren anılan madde, vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılacağına dair genel kuralın istisnasını; "Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır." şeklinde sarahatle belirtmesine, işbu değişiklikle ilgili madde gerekçesinde de vekil/müdafi kurumlarının farkına da işaret edilerek; "... Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25.12.1978 gün ve 427/507 sayılı kararında da belirtildiği üzere, duruşma vekil için değil sanık için yapılmaktadır. Akıbeti de sanığın özgürlüğü veya malî durumu ile kısacası şahsı ile ilgili bulunmaktadır. Bu itibarla, ceza davalarında kararların sanıklara tebliğ edilmesine gerek görmemek, müdafiine yapılan tebliği "geçerli saymak adalet ilkeleriyle bağdaştırılamıyacak bir durumdur. İşte, yukarıda 'belirtilen görüşlerin ışığı altında uygulamaya açıklık getirmek için 11 inci maddenin birinci fıkrası yeniden düzenlenmiş ve ...Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmesine ilişkin hükümleri saklı tutulmuştur. " denilmesine,

b. CMUK'un "Kararın tefhim ve tebliği" kenar başlıklı 33. maddesinin, alakadar tarafın gıyabında ittihaz edilen kararlarla ilgili; "Diğer kararlar tebliğ olunur." şeklindeki tebligatın muhatabının işaret edilmesi bakımından daha muğlak ve genel olduğu söylenebilecek ikinci fıkrasına karşılık gelen CMK'nın "Kararların Açıklanması ve Tebliği" başlıklı 35. maddesinin 2. fıkrasının; "Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur." hükmünün apaçıklığına, kararların öncelikle ve doğrudan "ilgili"sinin sanık olduğunda ve müdafii olsa bile aynı Kanun'un 260. maddesinin 1. fıkrası gereğince ayrıca kanun yoluna başvuru hakkını kullanabileceğinde kuşku ve tartışma bulunmamasına, Hukuk Genel Kurulunun 10.07.1940 tarihli ve 7-75 sayılı İçtihadı Birleştirme kararının 1086 sayılı Kanun'un tebligata dair 124. maddesinin tatbik edildiği döneme ilişkin olarak alınmasına rağmen anılan maddede öngörülen; "vekil vasıtasile cereyan eden davalarda tebliğ behemehal vekile yapılır." amir hükmüne istinaden oluşan uygulama, zikredilen yasal değişiklikler göz ardı edilerek sürdürülegelmiştir.

6. a.Somut olay yönünden yargılama ve hüküm tarihi itibarıyla Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Özel Dairelerce, gıyapta verilen hükmün kendisini bir müdafi aracılığıyla temsil ettiren sanığa da ayrıca tebliğinin zorunlu olmadığı kabul edilmekte iken Ceza Genel Kurulu 24.02.2022 tarihli ve 573-119 sayılı, 17.05.2023 tarihli ve 49-277 sayılı, 27.09.2023 tarihli ve 336-483 sayılı kararlarında, uygulamanın kanuni temelleri ile örtüşmeyen problemli yönüne işaret ederek sonuçları itibarıyla işbu içtihatla aynı düşünceyi benimsemekle birlikte, gerekçeli karar kendisine tebliğ edilmeyen sanığın, süresinde kanun yoluna başvurmayan müdafiine yapılan tebligat tarihine göre süresinden sonra verdiği kanun yolu başvuru dilekçesinin; CMK'nın "Eski hâle getirme" kenar başlıklı 40. maddesi kapsamında, kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişinin, eski hâle getirme isteminde bulunabileceğine (1. fıkra), kanun yoluna başvuru hakkı kendisine bildirilmemesi hâlinde de kişinin kusursuz sayılacağına (2. fıkra) ilişkin düzenleme gereğince eski hâle getirme talebi olarak kabul edilmesi gerektiği gerekçesine dayanmıştır. Oysa esasen yukarıda yapılan açıklamalar muvacehesinde kanun yoluna etkin başvuru hakkını kullanabilme bağlamında, kanunun amir hükmüne rağmen gerekçeli karar kendisine tebliğ edilmediği için süresinde kanun yoluna müracaat edemeyen sanığın, kanun yolu süresini kaçırdığından bahsetme imkânı yoktur. Zira temyiz istemi süresi, CMK'nın 291. maddesinin 1. fıkrası uyarınca hükmün gerekçesiyle birlikte tebliğ edildiği tarihten başlayacağından, başlamayan sürenin kaçırılması mevzubahis olamaz. Gerekçeli kararın -sadece- müdafie tebliğ edilmiş olması da bu gerçeği değiştirmez.

b. Bir ceza yargılaması kurumu olarak müdafiin, ceza usul hukukumuz içindeki yerinin vekillikten farklı bir statü olarak belirlenmesi ve yargılama faaliyetinin doğası ile ilgili düzenlemeler itibarıyla savunmayı/sanığı temsil fonksiyonuna nazaran yardımcı rolünün baskın olması gerçeği de nazara alındığında, gerekçeli kararın sanığa tebliğinin sadece bilgilendirme amaçlı olduğuna ve buna başkaca anlam ve hukuki sonuç yüklenemeyeceğine dair bir yorum ve kabulün kanun yoluna etkin başvuru hakkının özüne yargı mercilerince yapılmış bir müdahale sonucunu doğuracağı açıktır.

7. Temyiz mahkemesi, karardaki tüm hukuka aykırılıkların bir defada tespit edilmesi suretiyle hukuk güvenliği ve kesin hükmün otoritesinin korunmasını teminen temyiz davasına konu kararın ilgililerine bildirilip bildirilmediğini denetlemekle yükümlüdür. Ancak Anayasa'nın 36 ve AİHS'nin 6. maddeleri ile Ek 7 numaralı Protokol'ün "Cezai Konularda Temyiz Hakkı" başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrası gereğince kanun yoluna etkin başvuru hakkı bağlamında, "mahkeme tarafından ceza gerektiren bir suç nedeniyle mahkûm edilen herkese, mahkûmiyetinin veya hükmolunan cezanın yüksek bir mahkeme tarafından yeniden incelenmesini sağlamak...", devletin/yargı mercilerinin pozitif yükümlülüğü arasındadır. Bu cümleden olarak, usul hükümleri yorumlanırken, esas itibarıyla maddi gerçeğe ve adalete etkin ve makul sürede erişmekte bir vasıta olan normlara, bir değer olarak adalete ve nihayet mahkemeye erişim hakkının özüne müdahale oluşturacak bir anlam yüklemek kabul edilebilir bir yaklaşım olamaz. Yargılama faaliyetinin -bir bütün hâlinde- çatışan haklar arasında adil bir denge kurma sanatı olduğu da gözetilerek, yasada öngörülen usul ve şartlara uygun olarak müdafii tarafından yapılan kanun yolu başvurusu bulunan durumlarda, kural olarak makul sürede yargılanma ve/veya devletin davaları makul sürede ve en az masrafla sonuçlandırma görev ve hakları birlikte değerlendirildiğinde gerekçeli kararın sanığa da tebliğ edilmemesinin bir tevdi-mahalline iade sebebi yapılmasının maksada uygun düşmeyeceği açıktır. Burada belirleyici kriter, kanun yoluna başvuru hakkının olaysal olarak doğrudan ya da müdafii marifetiyle etkin biçimde kullanılıp kullanılmadığıdır.

8. Şu hâle göre, ceza yargılaması neticesinde verilen (gerekçeli) kararın, kural olarak hem ilgilisine/sanığa hem de varsa müdafie ayrı ayrı tebliğ edilmesi gerekir. Müdafie tebliğ, her hâlükârda yasal zorunluluktur. Kanunda öngörülen usul ve şartlara uygun olarak müdafii tarafından yapılan kanun yolu başvurusu bulunan durumlarda, kanun yoluna başvuru hakkının etkin biçimde kullanılmadığına dair yasal ve olgusal temellere dayanan bir itiraz bulunmadıkça ayrıca sanığa da tebliğe ihtiyaç yoktur. Ancak somut olayda da vuku bulduğu üzere, gerekçeli karar tebliğ edilen müdafiin, öngörülen usul ve şartlara uygun olarak kanun yolu başvurusunda bulunmadığı hâllerde gerekçeli karar kendisine tebliğ edilmeyen sanığa da tebliğ mazbatası çıkarılarak kanun yolu süresinin, tebliğ tarihinden ya da kararı öğrendiğini beyan ettiği tarihten itibaren başlatılması gerekir.

Son olarak ifade etmek gerekir ki, 15.06.1949 tarihli ve 4-11 sayılı içtihadı birleştirme kararı da gözetildiğinde, yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalan içtihat değişikliklerinin kural olarak geriye yürümeyeceği, henüz kesin hükümle neticelenmemiş, devam eden yargılamalarda uygulanabileceği yönünde istikrar kazanan uygulamanın süreceğinde bir tereddüt bulunmamalıdır.

B. Somut Olayda Hukuki Nitelendirme

Teşebbüs aşamasında kalan uyuşturucu madde ihraç etme suçundan sanığın mahkûmiyetine ilişkin Hatay 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 19.11.2019 tarihli ve 181-437 sayılı hükmün, sanık müdafii tarafından istinaf edilmesi üzerine Adana Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesince 28.12.2021 tarih ve 793-1862 sayı ile düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği, gıyapta verilen hükmün yalnızca sanık müdafiine 04.01.2022 tarihinde tebliğ edildiği, müdafiin temyiz isteminde bulunmadığı, kendisine herhangi bir tebligat yapılmayan, kanun yoluna başvurulmaması nedeniyle hakkındaki hüküm kesinleşen ve buna bağlı olarak infaz işlemlerine başlanması amacıyla dosyası Bölge Adliye Mahkemesince İlk Derece Mahkemesine gönderilen sanığın, 31.01.2022 düzenlenme ve havale tarihli dilekçesiyle söz konusu karara karşı temyiz talebinde bulunduğu, inceleme yapan Özel Dairece, sanığın temyiz isteminin süre yönünden reddine karar verildiği anlaşılan olayda, sanığın 31.01.2022 tarihli temyiz isteminin süresinde olduğunun kabulü gerekir.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi ...; "Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğunun itirazın kabulü yönündeki görüşüne aşağıdaki nedenlerle iştirak edilmemiştir.

Öncelikle 'hakim veya mahkeme kararlarının sanığa bildirilmesi' ile 'kanun yolu başvuru süresinin başlaması' kavramlarını birbirinden ayırmak gerekir. Zira, kanun yolu başvuru süresinin başlaması ile sanığın ve ayrıca ilgililerin kanuni haklarını kullanabilmeleri için yokluklarında verilen karar ve hükümlerden haberdar edilmeleri kavramları birbirinden farklıdır. Bu kapsamda, Tebligat Kanunu'nun 11. maddesi ile Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ilgili hükümleri, özellikle Kanun'un 35/2-3. maddesi arasındaki ilişkinin irdelenmesi gerekir.

5271 sayılı Kanun'un 291. maddesine göre; temyiz davası açılması için on beş günlük süre öngörülmüştür. Hüküm, temyiz kanun yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda (7499 sayılı Kanunun 18.maddesi ile yapılan değişiklik öncesi) açıklanmış ise bu süre tebellüğ ile birlikte işlemeye başlayacağından, tebligatın kime yapılacağı konusu önem arz etmektedir. Hangi hallerde tebligatın kime yapılması gerektiği 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nda ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Konumuzu ilgilendiren 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 'Vekile ve kanuni mümesile tebligat' başlıklı 11. maddesi;

'Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır.' şeklinde iken,

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 35. maddesinin 2. ve 3. fıkraları ise;

'...

(2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hakim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.

(3) İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır.' şeklindedir.

7201 sayılı Kanun'un 11nci maddesine göre, 'Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır.' hükmü ile birlikte değerlendirilen Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 35/2. maddesine göre, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hakim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ edilecektir.

Uyuşmazlık konusunun isabetli bir şekilde çözümlenebilmesi için 'kanun yollarına başvurma hakkı' ile 'müdafiye tebligat' konusu ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Uyuşmazlık konusuyla ilgisi bakımından Ceza Muhakemesinde müdafiin hukuki statüsünü kısaca irdelemek gerekmektedir.

1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nda yer almayan müdafinin tanımı, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 2/1-c. maddesinde yapılmıştır. Buna göre, görevlendirilme şekline veya başka bir hususa bağlı olmaksızın ceza muhakemesinde şüpheli veya sanığın savunmasını üstlenen avukat, müdafii olarak değerlendirilmektedir. Ancak 5271 sayılı CMK'nın 151/3. maddesi düzenlenirken, '(…) maddesinde sayılan suçlar ile terör suçlarından tutuklu ve hükümlü olanların müdafilik veya vekillik görevini üstlenen avukat hakkında…' denilerek ceza davasında sanığın savunma avukatlığı görevini yapan müdafiin statüsünün aynı zamanda vekillik de olabileceği ifade edilmiş, benzer ifade CMK’nın 151/6. maddesinde de tekrarlanmıştır.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun'a göre; bir ceza davasında avukat ile sanık arasında iki şekilde ilişki kurulabilir. Bunlardan birincisi, koşulları oluştuğunda isteğe bağlı olarak veya kanuni zorunluluk nedeniyle baro tarafından avukat atanmasıdır. İkincisi ise, sanığın vekaletname ile kendisine avukat tayin etmesidir. Birinci durumda bir görevlendirme, ikinci durumda ise sözleşmeden kaynaklanan ilişki söz konusudur. Bu yönüyle her iki durumda görevin başlaması, yürütülmesi, sona ermesi, ücret gibi konularda farklılıklar arz etmektedir.

Ceza Genel Kurulunun 06.03.2007 gün ve 13-54 sayılı, 13.05.2008 gün ve 101-113 sayılı kararlarında ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, sözleşme ile kurulan ilişkide; avukat, vekil eden tarafından yurt içinde noterde düzenlenen bir vekaletname ile yetkilendirilmektedir. Bu nedenle, aslında söz konusu ilişkinin temelinde Borçlar Kanununda düzenlenmiş olan 'vekalet sözleşmesinin' bulunduğu söylenebilir. Avukatlık Kanunu'nun 163. maddesine göre, 'Avukatlık Sözleşmesi' adı altında farklı bir sözleşme türü ihdas etmekle birlikte, bu sözleşme yeterince tanımlanmamıştır. Ancak bu sözleşme, sanık avukat ilişkisi bakımından kendine özgü avukatlık sözleşmesidir.

Ceza Muhakemesi Kanununda müdafiin hukuki statüsünü belirleyecek açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenle müdafiin hukuki statüsüne ilişkin farklı görüşler mevcuttur.

Müdafiin sanığın yardımcısı olduğu görüşünü savunanlara göre, müdafii sanığa muhakemede yardım eden kimsedir. Bu görüş, özellikle 5271 sayılı CMK'nın 147, 149 ve 150. madde düzenlemelerinde geçen 'müdafi yardımından yararlanma' ve 'hukuki yardımda bulunma hakkı' kavramlarından hareketle müdafii sanığın hukuki yardımcısıdır.

Bir görüşe göre, müdafi sanığın temsilcisidir. Sanık hazır bulunmadan yapılan duruşmalara sanığın müdafi gönderme yetkisi vardır. Sanık hazır bulunmasa da, müdafi bütün oturumlara katılma yetkisine sahiptir (CMK m.197). Müdafiin temsilciliği, sanığın hazır olmadığı durumlarda hazırmış gibi sayılmasını sağlar ki, müdafii hazır bulunduğu durumda sanığın sahip olduğu yetkileri bağımsızca kullanabilir. 'Sanık hazır bulunmaksızın yapılan duruşmada eski hale getirme koşulu' başlıklı CMK’nın 198/1. maddesine göre sanığın hazır bulunmaksızın yapılan duruşmada verilen karar ve işlemler hakkında eski hale getirme talebinde bulunabileceği ifade edilmiştir.

CMK'nın 198/2. maddesinde ise, 'Ancak, sanık kendi istemi üzerine duruşmadan bağışık tutulmuş veya müdafii aracılığıyla temsil edilmek yetkisini kullanmış olursa artık eski hale getirme isteminde bulunamaz.' hükmüne yer verilerek, sanığın duruşmada bulunmak istemesi veya kendisini avukatla temsil ettirme hakkını kullanması durumunda eski hale getirme hakkından yararlanamayacağı belirtilmiştir. Bu görüşü savunanlara göre, müdafii tamamen sanığın menfaatini savunan bir temsilci gibidir ve müdafii sanığın belirlediği doğrultuda ona yardım etmektedir.

Adli bir organ olarak müdafii görüşünü savunanlar ise, müdafiin, sanıktan ayrı olarak, kendine özgü yetki ve görevlerinin olması sebebiyle bağımsız bir ceza yargılaması süresi olduğunu, müdafiin şüpheli veya sanığın temsilcisi olmadığı, müdafiin hukuki statüsünün asıldan bağımsız bir suje olduğu, vekilin ise ancak asılın iradesi doğrultusunda hareket edecek bir süje olduğu görüşündedir. Bağımsız bir suje olduğu görüşüne göre müdafi sanığın açık arzusuna aykırı da olsa, sanığın lehine/aleyhine kanun yoluna başvurabilmesi gerekir. Oysa ki, uyuşmazlık konumuzla ilgisi bakımından Ceza Muhakemesi Kanunun'a göre sanığın isterse müdafini kanun yolu başvurusu yapmaktan alıkoyabilmesi müdafiin bağımsız suje statüsü olduğu görüşünün aksi tezahürü olup bu statü ile bağdaşmamaktadır

Müdafii, sanığın yardımcısı ve aynı zamanda savunma makamı olarak, yargılamanın sonuna kadar sanığı temsil eder. Dolayısıyla sanık hakkında verilen kararlara karşı müdafiin kanun yoluna başvurma yetkisi vardır. Ancak bu yetki, sanık lehine ve sanık adına kullanılabilir. Müdafiin sanığın aleyhine kanun yoluna başvurusu düşünülemez. Müdafii, müdafiliğini üstlendiği kişinin açık arzusuna aykırı olarak kanun yoluna başvuramaz (CMKm.261). Kanun yoluna başvurduktan sonra müdafiin kanun yolundan vazgeçebilmesi için vekâletnamesinde bu hususta özel yetkili kılınmış olması gerekir (CMK m. 266, f. 2).

Tüm bu görüşler doğrultusunda, ister zorunlu veya ihtiyari müdafilik olarak anılan bir 'görevlendirme' yoluyla oluşan isterse hukuki yardımından yararlanmak için 'kendi müdafisini seçerek vekil tayin eden' kişi, dosyasına ilişkin tefhim/tebligatın müdafiine yapılacağını ve kanun yollarına başvurmak da dahil tüm işlemleri kendisi adına müdafii tarafından gerçekleştirileceğini bilmektedir. Kanun yolu başvurusu yönüyle, o davada müdafiin sanığın temsilcisi olup olmadığına bakmak gerekmektedir. Bu itibarla müdafiin sanığı temsil yetkisi olduğu durumlarda, yalnızca müdafie yapılan bildirim yeterlidir. Zira sanık, özellikle vekilini iradi olarak seçtiğinde vekâletnameli müdafie yapılan tebligat sanık açısından hukuki sonuç doğuracaktır.

06.06.1985 tarihinde 3220 sayılı Kanun ile değişiklik yapılan 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 11. maddesinde, 'vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır' denilmektedir. CMK'nın 35/2. maddesi incelendiğinde, kanun yollarına başvurulması mümkün bir hükmün ilgililere tebliğinin gerekli olduğu ifade edilmektedir. Kaldı ki, bu kapsamda ceza muhakemesinde aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek kararların yalnızca sanığa değil, adil yargılanma hakkının gereği olarak hazır olmayan ilgilisine de bildirilmesi gerekir. Ancak bu husus müdafii bulunan sanık hakkında verilen kanun yollarına başvurulması mümkün bir hükme karşı, kanun yoluna başvuru hakkının kullanılabilmesinin 'ön koşulu olmayıp', bu maddeye göre yapılacak tebliğde temyiz süresini 'yeniden' başlatmayacaktır.

Bu sebeple Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 35. maddesi ile birlikte Tebligat Kanunu 11. maddesi 1. cümlesi amir ve emredici konumunu sürdürmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 35/2-3. maddesi bu anlamda bir istisna olmadığından temyiz hakkının kullanılabilmesiyle ilgili hukuki sürece bir etkisi bulunmamaktadır. Bu itibarla, müdafii yanında sanığa yapılacak tebligat, temyiz süresini yeniden başlatmayıp, kararın içeriği hakkında bilgi sahibi olmayı ve müdafiin kusurlu davranışı ile kanun yolu başvuru süresini geçirmiş olması halinde eski hale getirme imkanının bulunup bulunmadığının incelenerek koşullarının bulunması halinde eski hale getirme talebinde bulunma imkanı verebilecektir.

Tebligat Kanununun 11. Maddesinde 1985 yılında yapılan değişiklikten sonra gerek 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu gerekse 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun döneminde gelişen uygulamanın da bu yönde olduğu anlaşılmaktadır. Bu uygulama anılan madde gerekçesinde yer alan ve müdafii ile vekil arasındaki farkı açıklayan doktrinde genel kabul görmüş yaklaşımlara da aykırı değildir. Zira bu görüşlerde ilgili kararların sanıklara tebliğ ile haberdar edilmelerinin bir görev olduğu kabul edilmektedir.

Sanığın savunmasını üstlenen müdafinin kanun yollarına başvuru için yeterli düzeyde hukuki bilgiye sahip olduğu ve temyiz süresinin kararın yüze karşı verildiği hâllerde tefhimden (7499 sayılı Kanunun 18.maddesi ile yapılan değişiklik öncesi), yokluğunda verilen hallerde tebliğden itibaren işlemeye başlayacağını bilmemesi düşünülemeyeceğinden 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 11. maddesinin son cümlesine ilişkin kuralların katı yorumlandığından da bahsedilemeyecektir.

Müdafii bulunsa bile sanığa ayrıca tebligat yapılmadığı takdirde temyiz süresinin başlamayacağı ve dolayısıyla hükmün kesinleşmeyeceğine dair kabul, temyiz hakkının kullanımına dair ceza muhakemesi sisteminin koşul ve usulleriyle ilgili karışıklığa sebebiyet verebileceği, temyiz hakkı gibi ceza muhakemesinde önem taşıyan bu hakkın kullanımında, sanığı müdafiin yardımından yoksun bırakabileceği, bu durumun ise müdafiden yararlanma hakkının özüne dokunan bir sonuç yaratacağı gözardı edilemez.

Kaldı ki, yargı organlarının kanunun yorumu kapsamındaki içtihat değişikleri ile yargı kararlarının tabi kılınacakları bir kanun yolu incelemesi neticesinde ortadan kaldırılma ihtimalinin hukuk düzeni içinde sürekli olarak gündemde tutulması hukuki güvenlik ve istikrar ilkeleriyle bağdaşmayacaktır. Temel hak ve hürriyetlerle ilgili olan kanun yollarına başvuruda uygulamada yeknesaklığın sağlanamaması ile birlikte ceza muhakemesinde müdafilik görevini gereği gibi yerine getirmeyen avukatlar ve yargılamayı takip etmeyen sanıklar lehine bir durum yaratarak yargısal sürecin uzamasına sebebiyet verilecektir. Yine bu hakkı kötüye kullanmak isteyen ilgililerin geçerli bir eski hale getirme sebebi de öne sürmeksizin kendilerine tebligat yapılmadığından bahisle içtihat değişikliği sonrasında verilerek kesinleşen hükümlerle ilgili oluşacak istemleri hukuki istikrarı olumsuz yönde etkileyecektir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanık müdafisinin kendisine usulüne uygun tebliğ olunan hükme yönelik olarak sanığın süresinden sonra temyiz talebinde bulunduğu ve geçerli bir eski hale getirme sebebi de öne sürmediğinin anlaşılması karşısında, Yargıtay 10. Ceza Dairesi kararının isabetli olduğu, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne dair Ceza Genel Kurulu sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum." düşüncesiyle,

Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Ceza Genel Kurulu Üyesi de; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmesi gerektiği görüşüyle,

Karşı oy kullanmışlardır.

VI. KARAR

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 27.09.2022 tarihli ve 10483-9598 sayılı temyiz isteğinin reddine ilişkin kararının KALDIRILMASINA,

3- Dosyanın, temyiz incelemesinin yapılması amacıyla Yargıtay 10. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 18.09.2024 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.